ALLAH AŞKI VE VAHDETİ VÜCUD

Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

imagesOKAEXO8V

Aşk, insanın aklını başından alıp, hayatın tüm olumsuzluklarına rağmen her şeyi tozpembe görmesine vesile olan, yüzünde gülücükler yaratan, kalbinde coşkulu mutluluklar ve heyecanlar yaratan tuhaf bir duygudur. İnsan âşıkken genellikle yemeden, içmeden ve uykudan kesilir. Sabah yatağından kalktığı anda aklına ilk gelen şey âşık olduğu kişidir. Gece ve gündüz onu düşünüp, herkese ondan bahsetmek ister. Hayatıyla ilgili alacağı tüm kararlarda onun da olmasını ister, ona göre planlar yapar. Onun için her şeyden ve herkesten vazgeçebilir. Onu kıracak sözler söylememeye, işler yapmamaya çalışır. Ondan gelen iyi ya da kötü her şeye katlanıp, razı olur. Gözü ondan başka hiçbir şeyi görmez. Hatalarını ve kusurlarını görmezlikten gelir. Sevdiği her haliyle ona güzel gelir. Onu herkesten kıskanır. Sevgilisinin sadece onun olmasını, her an onunla birlikte olmasını ister. Kılına bile zarar gelmesini istemez ve onun için canını feda etmeye hazırdır. Onu mutlu edebilmek, ilgisini her daim üzerinde tutabilmek için onun istediği ve sevdiği şeyleri yerine getirmeye çalışır.

İşte, yeryüzünde, çoğu öncekilerden, azı da sonrakilerden olmak üzere bir takım insanlar, tıpkı bir insana âşık olur gibi Allah’a âşık olup, yaşarken Allah’a ulaşmak, O’na kavuşmak, O’nun kendisinden razı olduğu sevdiği bir kulu ve dostu olmak isterler. Allah’ı kendi canlarından, mallarından, eşlerinden ve hatta evlatlarından bile daha çok severler. Bu Allah âşıkları, Allah ile yatıp Allah ile kalkarlar. Gece gündüz O’nu düşünür, herkese O’nu ve nimetlerini anlatmaya çalışırlar. Sohbetleri hep Allah hakkındadır.

Ali İmran 191: “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.”

Nur 36-37: “Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alış verişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler.”

Hayatlarıyla ilgili alacakları tüm kararlarda, yapacakları tüm hareketlerde Allah’ın rızasını gözetir, O’nun razı olmayacağı işlerden ve hoşlanmayacağı tavırlardan sakınmaya çalışırlar.

Ali İmran 76: “Kim sözünü yerine getirir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa şüphesiz Allah da sakınanları sever.”

Ra’d 22: “Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır.”

Allah’a duydukları bu derin sevgi ve saygıdan dolayı annelerini, babalarını, evlatlarını, karılarını, akrabalarını, arkadaşlarını, sevdikleri tüm insanları terk edebilirler. Hatta içerisinde yaşadıkları kavimi ve tüm dünyayı bile karşılarına alıp, onlara meydan okuyabilirler.

Mücâdele 22: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir.”

Yusuf 37:  “Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkar eden bir milletin dinini bıraktım.”

Meryem 48: “Sizi ve Allah’tan başka taptıklarınızı terk ediyor ve Rabb’ime ibadet ediyorum. Rabbime ibadet etmekle de mutsuz olmayacağımı umuyorum.”

Gözleri Allah’tan başka hiçbir şey görmez. Nereye baksalar O’nu görürler.

Bakara 115: “Doğu da, Batı da (tüm yeryüzü) Allah’ındır. Nereye dönerseniz dönün, Allah’ın yüzü işte oradadır.”

Allah’ın hoşuna gidip, O’nu mutlu edecek, O’nun rahmet, bereket ve sevgisini üzerlerinden eksik etmeyeceğine inandıkları salih amellerle uğraşırlar. Bu salih ameller, kişinin hem kendisine hem de çevresine faydası olup, Yüce Allah’ın razı ve hoşnut olacağı tüm davranışlardır. 

Âl-i İmrân 114: “Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.”

Şûrâ 26: “Allah, iman edip salihameller işleyenlerin dualarına karşılık verir; lütfundan onlara fazlasını da verir.” 

Rûm 45: “Bu hazırlığı Allah’ın; iman edip salih amel işleyenleri kendi lütfundan mükafatlandırması için yaparlar.”

Aşkları olan Allah için kendilerini seve seve feda ederler. 

Bakara 207: “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah kullarına çok şefkatlidir.”

Onlar her daim Allah’ı zikrettikleri, hayır da olsa şer de olsa O’ndan gelen herşeyden razı oldukları, hallerine şükrettikleri, Allah’tan rahmet, bereket ve hidayet üzerine oldukları, kalplerindeki hastalıklardan kurtulup, kendileriyle ve etraflarındaki her şeyle ve herkesle barışık oldukları, ve en önemlisi sabah akşam sevdikleri Allah ile birlikte olup, O’ndan razı oldukları için, cennette yaşarcasına yüzlerinde sürekli bir tebessüm vardır. 

Mutaffifîn 24: “Onların yüzlerinde, nimetlerin sevincini görürsün.”

Beyyine 8: “Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.”

Rad 28: “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”

Bunları hisseden herkesin Allah aşkını ve sevgisini kalbinde yaşadığını söyleyebiliriz. O yüzden, Allah yerine yarattığı bir beşere taparcasına aşık olup, o kişiyi Allah’tan daha fazla düşünüp, daha önde tutmak açıkça Allah’a şirk koşmak anlamına gelir ki Nisa 116: “Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz.”. Kimi Allah’tan daha çok severseniz, onu size verdiği gibi bir şekilde de elinizden geri alır. Tıpkı Mevlana’dan da Şems’ini aldığı gibi…

Araf 37: “Kitaptan nasipleri neyse erişecek onlara; sonunda canlarını almak için elçilerimiz onlara gelip çatınca: “Allah’ı bırakıp da kulluk ettiğiniz, kendilerini çağırıp durduğunuz putlar nerede?” diyecekler. Onlar da “Bizi bırakıp, kaybolup gittiler” diyecekler ve kâfir olduklarına dâir kendileri, kendilerinin aleyhinde tanıklık edecekler.” 

Gerçek şu ki, size bu ilahi aşkın hiç bitmeyeceğini, ebedi bir tutku ve mutlulukla bunu sonsuza dek yaşayacağınızı söylemek isterdim. Ancak güzel olan her şeyin bir sonu olduğu gibi bu aşkın da bir sonu vardır. Hatta gerçeklerin görülmesi, ortaya çıkması için bitmelidir, bitmek zorundadır. Neden bitmesi gerektiğini üç farklı sebeple inceleyebiliriz.

Aşk bitmelidir çünkü, bu durumdaki bir kişi yalnızca karşısındakinin istekleri doğrultusunda hayat süren, kendi hayatı olmayan bir köleye dönüşür. Oysa Allah, insanın ne kendisine ne de bir başkasına kölelik etmesini istemez.

Nahl 75: “Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.”

Beled 12-18: “Sarp yokuşun ne olduğunu sen ne bileceksin?O tutsak bir boynu çözmek (köle azat etmek)tir. Yahut şiddetli bir açlık gününde kendisiyle yakınlığı olan bir yetimi yahut yerde sürünen bir yoksulu doyurmaktır. Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.”

Ankebut 17: “Siz Allah’ı bırakarak ancak putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Allah’ı bırakarak taptıklarınızın size hiçbir rızık vermeye güçleri yetmez. Öyle ise rızkı Allah’ın katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Siz yalnız O’na döndürüleceksiniz.”

Aksine Allah, insanın tüm köleliklerden, tüm kula kulluktan, nefsine ait tüm dünyevi bağımlılıklarından kurtulmasını, maddi manevi tüm zincirlerini koparıp, özgürlüğüne kavuşmasını, kalbinde yalnızca kendi sevgisinin ve korkusunun kalmasını ister. O’na hiçbirşeyi ortak koşmayıp, sadece kendisine kulluk etmemizi ve verdiklerine şükretmemizi ister. Kendisine kullukta da hiçbir zorlama ve baskı yapmaz. Siz hiç Allah’ın çıkıp gelip, birisine din konusunda baskı yaptığını, başına bekçi gibi dikildiğini gördünüz ya da işittiniz mi? Hayır! Çünkü din adına insanlara baskı ve zorlamayı yapanlar, insanları kurdukları saçma sapan kapitalist bir sistem ile köleleştirip, dini bir makam ve siyaset aracı olarak kullanıp, atalarından duydukları hurafe dinlerle kendilerini Tanrı zanneden ya da Allah’a ibadet ediyor sanan firavunlaşmış insanlardır.

Kur’an’da hiçbir yerde “Biz yalnızca Allah’a kölelik ederiz, bizler O’nun kölesiyiz, bizler O’na kölelik etmekle emrolunduk” ya da “Siz insanlar birbirinize ya da Allah’a kölelik etmek için yaratıldınız, efendiler kölelerden üstündür” vs gibi bir söz geçmez. Sadece Allah’a kulluk etmekten bahseder.

O kullukta namaz kılmak, oruç tutmak, Kur’an okumak, imkân varsa hacca gitmek, verdiklerine şükretmek, O’na ortak koşmamak, zekat vermek, iyi ahlaklı, namuslu, dürüst bir insan olmak, zina etmemek, çalmamak, dolandırmamak, dedikodu yapmamak, zina etmemek, namusuna, iffetine, emanetine sahip çıkmak, yalan söylememek, adam öldürmemek, affetmek, adaletli, hayır işlerinde koşan iyi bir insan olmak. Bunlar yapması o kadar da ağır ve zor olan işler değil, öyle değil mi? Her gerçek insan evladı olan insanın zaten severek, isteyerek yapacağı, hatta kendisi öyle bir insan olduğu için farkında olmadan yapacağı işler bunlar…

İkinci sebep, aşk biter, çünkü Allah insanları sürekli imtihan eder. Peygamberleri ve sahabelerini bile imanları konusunda yeryüzünde yaşarlarken imtihana çeken Allah, bizim gibi sıradan insanları mı teste tabi tutmayacak? Kimin gerçekten kendisine iman edip etmediğini, sevip sevmediğini, cennete girmek isteyip istemediğini, rahmet ve bereketini hak edip hak etmediğini görmek için (ki O bunlara muhtaç değildir, O her şeyi bilir, sadece insanların kendileri de bilsin, ahiret günü huzurunda iken insanlar kendi yapıp ettiklerini inkar edemesin, kafir olduklarına dair kendi aleyhlerinde şahitlik etsinler diye bunları yapar), verdiği her şeyi geri alabilir. Buna aşk ve kalplerdeki iman da dahil.

Bakara 155: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz.”

Muhammed 31: “Andolsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.”

İşte Allah imtihan etmek için kulunun huzurunu bozup, birazcık olsun kendisine sıkıntı verince, insanlardan bazıları Allah’ı sevmekten ve O’na kulluk etmekten vazgeçer. O’na olan sözüm ona aşkları biter.

Hac 11: “İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse gerisin geri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.”

Bazıları da azimle başlarına gelen her şeye sabredip, Allah’a kulluk etmeye, O’nu sevmeye, rahmet ve bereketini üzerilerine tekrar vermesini ümit etmeye devam ederler. İşte gerçekten Allah’a aşık olup, sevenler ve imanlar edenler bunlardır.

Bakara 156-157: “Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.”

Üçüncü sebep ise, bir kadına veya erkeğe âşık olan insanların, aşklarına sahip oldukları, ulaştıkları, kavuştukları ya da evlendikleri zaman, zamanla aşkları azalır. Ne yazık ki kavuşmak, vuslata ermek, bir vücut olmak, aşkın ölümüne sebep olabilmektedir. Ne de olsa aşk aslında ulaşılamaz ve elde edilemez olana, elde etmesi zor olana karşı duyulan bir histir. İşte aşıklar birbirine kavuşunca, sevgililer bazen aradıklarını ve umduklarını birbirlerinde bulamazlar. Hatalar ve kusurlar göze batmaya başlar. Ölen aşkın yerini çoğu zaman alışkanlık, sevgi ve saygı alır. Veyahutta ayrılık… Asıl azim gerektiren olay, aşk bittikten sonra da o kişiyi hataları ve kusurlarıyla sevip, onun varlığıyla yetinip, yanımızda ve hayatımızda olduğu için, Allah bize onun gibi bir hayat arkadaşı verdiği için, ondan razı olup, halimize şükredip, ilişkiyi devam ettirebilmek, sahip çıkabilmektir. Elinden tutup yürüyebilmektir. Onunla son yolculuğa kadar gerçek bir arkadaş, gerçek bir dost olarak kalabilmektir. Elbette ki bunu başaranlar çok azdır.

İşte insan vuslata erince, Allah ile bir olunca, perdeler kalkıp, gaflet uykusundan uyanıp, hakikat ortaya çıkınca, insan hakikati anlayınca, her aşkta olduğu gibi bir müddet sonra Allah’a olan aşkı da bitebilir. İnsan bu zor ve azim gereken işi başarınca, Allah’ın dünyada kendisine Süleyman a.s.’a verdiği gibi bir hükümranlık vereceğini, O’nun zatını göreceğini, O’nunla yüz yüze konuşabileceğini, O’na sahip olup sarılabileceğini, rivayet edilen evliyalar gibi uçup gidebileceğini, ışınlanabileceğini, kerametler ve mucizeler gerçekleştirebileceğini (ki bunların da hepsini gerçekleştiren, gerçekleştirten, gerçekleştirilmesine izin veren yine Allah’tır), Allah’ın kendisini bir Süpermen’e çevireceğini ve dünyayı tüm kötülüklerden kurtarabileceğini, insanların hepsini topyekun İslam’a sokabileceğini sanar. Ama bu umduklarını bulamaz. Allah ona bunları vermez. Çünkü bulduğu artısıyla eksisiyle gene sadece yemek yiyip, uyuyan, hastalanan, Allah dilemedikçe kendisine ne bir fayda ne de bir zarar veremeyecek bir “hiç” olan kendisidir. Elde ve avuçta Allah’ın varlığını ispat edebilecek (ki O buna muhtaç değildir) kendisinden başka hiçbirşey mevcut değildir. Koskoca bir yalnızlık ve hiçlik. Hayat ona karşı gene acımasızdır ve her şeye rağmen gene aynı saçmalıklarla, aynı sorunlarla devam etmektedir. Allah gene görülmez bir haldedir. O bize hem şah damarından daha yakındır, hem de evrendeki ilk patlamanın gerçekleştiği yer kadar uzaktır. O her an, her şeyde ve her yerdedir. İşte insan, her ne kadar içerisinden hem O’nunla hem de kendisi ile bir olmanın vermiş olduğu heyecan, aşk, sevgi ve coşku ile bir mecnun misali büyük bir kibirle firavun gibi “Enel Hak” diye geçirip, tüm dünyaya bunu haykırmak istese de, Allah için her ne yapmış olursa olsun, aslında sadece kendisi için yapmış olduğunu, Allah’ın hiçbirşeye ihtiyacı olmadığını, Allah dilemedikçe kendisine ne bir faydasının ne de bir zararının dokunamayacağını, kendisinin dünyayı değiştiremeyeceğini, hiçbirşeyi düzeltemeyeceğini, kendisi gibi her şeyin geçici ve bir “HİÇ” olduğunu, tek gerçek gücün, hâkimin ve her şeye kadir olanın sadece Allah olduğunu anladığında, geriye yalnızca acizlik içerisinde diz çöküp kulluk etmesi gerektiğini idrak ettiği Allah’ın zatı kalır. İşte o an kalbinde bulduğu O saf ve arı Allah, alemlerin rabbi olan Allah’tır, O’ndan başka ilah yoktur. Bizlerde yalnız O’nun içinizdir ve yalnız O’na geri döneceğizdir. O’nun dengi, benzeri ve ortağı yoktur.

Rahman 26-27: “Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır.Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır.”

Hadid 3: “O, Evvel (herşeyden önce var olan)dır, Âhir (herşeyin helâkinden sonra bâki kalan)dır, Zâhir (delilleriyle varlığı apaçık olan)dır ve Bâtın (akılların O’nu idrâk edemediği, Zât’ının hakikati bilinmeyen)dir. Ve O, herşeyi hakkıyla bilendir.”

İşte O’na olan aşkınız bittiği halde, hayatın tüm bu zorluklarına, olumsuzluklarına, mantıksızlığına, yeryüzünde yaşanan tüm bozgunculuklara, adaletsizliklere, kötülüklere rağmen gene de O’nu sevmeye, O’nun zatından ve O’ndan gelen her şeye, hayrından da şerrinden de razı olup, sabredip, tüm verdiklerine şükretmeye, O’na kulluk etmeye, emirlerini yerine getirip, O’na yakışır bir kul olmaya çalışmaya, O’ndan korkmaya, rızasını gözetmeye, salih ameller işlemeye devam ediyorsanız, siz O’nunla dost olmuşsunuz demektir. Çünkü gerçek dostluk ve kulluk bunu gerektirir sizce de öyle değil mi? Zor ve imkânsız olanı başarmak. Yüksek azim sahibi peygamberler gibi başa gelen her şeye Allah’ın rızasını gözeterek sabretmek…

Uzun lafın kısası diyeceğim odur ki, ne Allah’ın kendisi, ne de dini, birçoklarının iddia ettiği gibi aşk değildir. Çünkü eğer Allah’ın bir adı da “aşk” olsa idi, doksan dokuz tane isminin arasına aşkı da ekler, bizim O’na o isimle de hitap etmemizi ister, Kur’an’da bize dinimizin adı için “İslam” değil, “sizin için din olarak aşkı seçtim” derdi. Bunların hiçbirisi olmadığına göre demek ki “aşk”, insanların kendi zanlarına göre O’na ve sahip olduklarına bahşettiği isimden, duygudan ve iftiradan başka bir şey değildir.

Bana göre ise aşk, ya da Allah’a karşı duyulan aşk, Allah’ın Rahman 33’te: “Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz.” dediği gibi insana O’na ulaşma yolunda azim, sabır ve dayanma gücü veren, kalbin­deki, gözündeki ve kulağındaki gaflet perdelerini kaldıran, insanların kendi kişisel miraçlarını gerçekleştirmelerine yarayan yüksek güce sahip bir araç, yaşanıp aşılması gereken bir süreçtir.

Ancak ne tuhaftır ki dağların bile parçalanmaktan korkup, kendisini taşımaktan çekindikleri, yere göğe sığmayıp, Allah’ın ufacık bir kalbin içerisine sığdırdığı bu yüksek ateşleme gücüne sahip aşk emaneti,  böylesine kutsal bir emanet olmasına rağmen, Adem ile Havva’nın Allah’a vermiş oldukları sözü unutup, yasak meyveyi yemelerine sebep olan, insana akıl almaz hatalar yaptıran, insanın aklını başından alan, insana ait dünyevi, nefsani bir duygudur da aynı zamanda.

Aşk öyle bir şeydir ki, insanlar Allah’ı bırakarak, eşlerini O’na ortak koşabilirler. Eşleri istenmeyen ve kötü insanlar dahi olsa, onları sevimli ve dost görebilirler. Ve hatta belki de Allah’ın “Du­mansız ateşten yaratmıştık” dediği cinlerin ve iblisin şekil ve suret değiştirmiş halleri bile olabilirler. İnsanların kalplerine yerleşerek, onlara türlü vesveseler verebilir, insanları cennetten dünyaya düşürüp, aşk gibi içinden çıkılmaz bir ateş azabına sürükle­yebilirler. Aynı zamanda, insanlara musallat edilen, her türlü çılgınlığı kendilerine güzel ve süslü gösteren, kendilerine doğru yoldaymış izlemini veren aykırı bir arkadaş olarak da tanımlanabilirler. 

O yüzden, Allah, aşk gibi kendisine yapılan her türlü bu tarz yakıştırmalardan, her türlü noksanlıktan ve her türlü hatadan münezzehtir, uzaktır, yücedir. Bizim rabbimiz Allah, dinimizde İslam’dır. Aşk gibi gelip geçici beşeri bir duygu, kendisinden uzak durulması gereken ateş azabı ya da bize ayna olup, hatalarımızı yüzümüze vuran, bizi geliştiren, her ne kadar istenmeyen ve sevilmeyen bir şey de olsa, bize kılavuzluk edip, gerçek sevgiliye ulaşmamıza yardımcı olan herhangi bir kulu veya ruhu değil…

Hac 74: “Allah’ın kadrini gereği gibi bileme­diler. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.”  

Maide 72: “Kim Allah’a ortak koşarsa artık Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”  

Zümer 3: “İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ın­dır. Onu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah ayrılığa düştükleri şeyler konu­ unda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez.” 

Tevbe 31: “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, haham­larını; (Hristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i Rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emro­lunmuşlardır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.”

Cüneyt Aktan

9586 Toplam Görüntülenme 2 Günlük Görüntülenme
Facebooktwitterredditpinterestlinkedinmail

8 comments on “ALLAH AŞKI VE VAHDETİ VÜCUD”

  1. Göknur Reply

    Okurken zihnimde beliren sorular:
    “Kimi Allah’tan daha çok severseniz, onu size verdiği gibi bir şekilde de elinizden geri alır. Tıpkı Mevlana’dan da Şems’ini aldığı gibi…”
    Mevlana’dan Şems alınmış mıdır yoksa başka bir boyutta mı yaşamaya başlamıştır, daha büyük bir vuslat değil midir ayrılıkları.

    Çok iddialı söylemler ( Bunların hiçbirisi olmadığına göre demek ki “aşk”, insanların kendi zanlarına göre O’na ve sahip olduklarına bahşettiği isimden, duygudan ve iftiradan başka bir şey değildir) barındırmasına rağmen genel anlamda katılmakla beraber, bir kaç şey söylemek gerekirse “aşk” her şeyin üstünde bir şey. Platon eros (aşk) için sonsuz bitmeyen bir kaynak demiştir. Aşk bitmez, o içimizdedir, çok klişe gelebilir ama o biterse hayat bitmiştir! Aşıklar değişebilir belki ama aşk hep vardır.
    İlahi aşk ise o, kaynağında eriyip, tek, “yok” olunca nihayete erer ama yine asla bitmez, sonsuzdur.
    Aşk bu dünyanın yaratılma sebebi, yanlış hatırlamıyorsam, Eşrefoğlu Rumi “aşk ile bir nefesi, vermem aşksızın bin yılına” diyerek aşk-la yaşamanın ki tabii ki Allahu Teala’nın takdiriyle ne denli yüce bir hal olduğunu vurgulamıştır.

    Bunu ahkam kesmek olarak görmeyin lütfen ama Kur’an-ı Kerim düpedüz apaçık anlamlar barındırır mı, Peki, “mana” dediğimiz şeyi veyahut “öz”ü anlamak böyle direkt meallerle mümkün müdür, öyleyse “batini” dediğimiz ve perdelenmiş akıllarımızla algılayamayacağımız başka bir boyutu yok saymış olmaz mıyız?

    Ve ellerinize sağlık.

    • CuneytAktan Reply

      Sayın Göknur, öncelikle zaman ayırıp okuduğunuz ve değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Gelelim sorularınızın cevabına:

      1) Mevlana’dan Şems alınmış mıdır yoksa başka bir boyutta mı yaşamaya başlamıştır, daha büyük bir vuslat değil midir ayrılıkları?

      Cevap: Araştırmaların neticesi kesin olarak vardığım bir sonuç vardır ki, şüphesiz Mevlana Şems’i Allah’a ortak koşmuştur, Allah’ı severcesine sevmiştir. Şemse ilahlık vasfetmiştir. Kısacası şirk işlemiştir.

      “İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgileri ise herşeyden üstündür!” Bakara 165

      Allah Kur’an’da şirk, yani kendisine ortak koşulması dışında bütün günahları affedeceğini bize Nisa 48 ve Nisa 116.ayetlerinde bildirmektedir.
      Şems Mevlana’dan alınmış mıdır, öldürülmüş müdür yoksa başka bir boyutta mı yaşamaya başlamıştır, bununla ilgili konuya açıklama getiren gerçek bir kaynak yoktur. Bildiğimiz Şems’in bir şekilde ortalıktan kaybolduğu ve Mevlana’nın onun kayboluşundan dolayı hasret ve acı çektiğidir. Allah’tan izinsiz yaprak bile düşmediğine göre, benim kanaatimce Mevlana Şems’i Allah’a otak koştuğu için Şems’in yokluğu ile cezalandırılmıştır. Bu benim şahsi görüşümdür.

      Şemsin başka bir boyutta yaşamaya başladığı konusuna gelir isek, Allah gene Kur’an’da Hz.Muhammed’e “Biz senden önce hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik” (Enbiya 34) der. Bu bana göre “senden sonra da hiçbir beşere ölümsüzlük vermeyeceğiz” anlamına gelmektedir. Hatta bu ayet diri olarak göğe alındığı iddia edilen Hz.İsa’nın bile ölmüş olduğunu bize ispat etmektedir. Aksi takdirde Allah Kur’an’da “Biz senden önce hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik, İsa müstesna” derdi. Demediğine göre, demek ki hepsi ölmüştür.

      Dolayısı ile Şems başka bir boyutta yaşıyor mudur, başka bir boyuta mı alınmıştır, orasını en iyi Allah bilir. Şems bir Hz.İsa olmadığına ve asla olamayacağına göre alınmamıştır da diyebiliriz. Ayrıca Allah Kur’an’da hepimizin bu dünyada doğup, büyüyüp, ölüp, kıyamet günü bu dünyada kabirlerimizden dirileceğini de söylemektedir:

      “Allah: Orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan dirilip çıkarılacaksınız! dedi.” Araf 25

      2) Soru: Ayrılıkları daha büyük bir vuslat değil midir?
      Cevap: Değildir çünkü vuslat sevgiliye kavuşmak demektir. Bunlar ayrılmıştır. Ayrılan birisi nasıl vuslata ersin?

      3) Soru: Aşk herşeyin üstünde bir şey midir?
      Cevap: Aşkın ne anlama geldiğini yazımda yeterince açıklamış olduğumu düşünüyorum. Bunlar benim kendi şahsi hayat tecrübelerimden edinmiş ve süzgeçlemiş olduğum dünya görüşlerimdir. Bir başkasına göre farklı olabilir. Saygı duymak gerekir. Ancak eğer Allah Kur’an’da “Hiçbirşey O’nun benzeri ve dengi değildir!” diyorsa, O hiçbirşey ile ifade edilemez. Hele hele ki insanın kendisine göre en güzel duygu olarak gördüğü beşeri bir duygu olan ve Allah’ın varlığına aklı ermediği için kendisine ancak “aşk” adını verebildiği bir kelime ile hiç açıklanamaz. O yüzden Allah’ın tüm bu kelimelerden, insani duygu ve düşüncelerden münezzeh ve üstün olduğu bilincine varmalıyız. Aksi takdirde aşk gibi beşeri bir duyguyu Allah’tan daha yüce bir mertebeye koymuş oluruz. Aslolan sadece Allah’tır.

      4) Soru: Aşk sonsuz mudur? Demişsiniz ki: “Platon eros (aşk) için sonsuz bitmeyen bir kaynak demiştir. Aşk bitmez, o içimizdedir, çok klişe gelebilir ama o biterse hayat bitmiştir! Aşıklar değişebilir belki ama aşk hep vardır. İlahi aşk ise o, kaynağında eriyip, tek, “yok” olunca nihayete erer ama yine asla bitmez, sonsuzdur. “

      Cevap veriyorum: Sonsuz olan tek şey Allah’tır. İnsanı ve aşkı yaratan Allah’tır. Aşk beşeri bir duygudur ve insanın yok olmasıyla birlikte o da yok olacaktır. Ayrıca Allah’ın birisine aşık olacağı da düşünülemez. Yazımda açıkladığım gibi aşk insanın hatalar yapmasına sebebiyetler yaratabilen bir duygudur. Allah ise her türlü noksanlıktan münezzehtir.

      Rahman 26-27: “Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır.”
      Hadid 3: “O, Evvel (herşeyden önce var olan)dır, Âhir (herşeyin helâkinden sonra bâki kalan)dır, Zâhir (delilleriyle varlığı apaçık olan)dır ve Bâtın (akılların O’nu idrâk edemediği, Zât’ının hakikati bilinmeyen)dir. Ve O, herşeyi hakkıyla bilendir.”

      5) “Rumi “aşk ile bir nefesi, vermem aşksızın bin yılına” diyerek aşkla yaşamanın ki tabii ki Allahu Teala’nın takdiriyle ne denli yüce bir hal olduğunu vurgulamıştır.” Demişsiniz.

      Cevap: Bu Mevlana’nın kendi beşeri aklı, ilmi ve zannı ile vardığı bir hükümdür. Allah bir insanın içerisinde bulunabileceği en yüce halin, akıl ve takva sahibi olmak olduğunu Kur’an’da bize bildirmiştir.

      “Ey Ademoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size ‘süs kazandıracak bir giyim’ indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır.” (Araf Suresi, 26)
      “Ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.” (Tevbe Suresi, 36)
      “Şüphesiz (güzel olan) sonuç takva sahiplerinindir.” (Hud Suresi, 49)
      “Ahiretin karşılığı ise, iman edenler ve takvada bulunanlar için daha hayırlıdır.” (Yusuf Suresi, 57)
      “Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır.” (Hicr Suresi, 45)
      “Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.” (Nahl Suresi, 30)
      “Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan (gerçeği görmeyen) sağırlar, dilsizlerdir.” Enfal 22

      6) Soru: Aşk bu dünyanın yaratılış sebebi midir?
      Cevap: Değildir. Bunlar tamamen uydurmadır. İslam’a sonradan sokulmuş olan insani zanlardır. Kur’an’da buna benzer hiçbir açıklama yoktur. Aksine Kur’an’da, “O, öyle bir Allah’dır ki, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde yarattı.” (Hud 7) yazar. Demek ki Allah dünyayı aşk için, Hz.Muhammed’in nuru için falan değil, peygamberlerin kendileri de dahil olmak üzere tüm insanları test etmek için yaratmıştır. İnsanı da kendisine kulluk etmesi için yaratmıştır. Bunların dışındaki tüm açıklamalar İslam dışıdır. Lütfen yol gösterici olarak Kur’an’ı edinelim.

      7) Soru: Bunu ahkam kesmek olarak görmeyin lütfen ama Kur’an-ı Kerim düpedüz apaçık anlamlar barındırır mı?
      Cevap: Barındırır. Allah Kur’an’da “Biz onu apaçık bir dille insanlar okuyup, düşünüp, ibretler alsın, öğüt alsın, alemlere rahmet olsun diye indirdik” der. Anlaşılamayacak olsa neden tüm alemlere ve insanlığa indirsin? Sadece şu şu kişiler için indirdik derdi. Aslına bakarsanız demiştir de. “Biz bu kitabı akıl sahipleri düşünüp öğüt alsın diye indirdik” der. Eğer insanlar apaçık anlaşılır ve kolaylaştırılmış bir dil ile indirilmiş ayetleri kendi öz dillerinde okudukları halde bile anlayamıyorlarsa, o halde bu insanların pek de akıl sahibi olduklarını söyleyemeyiz. Kaldı ki millet olarak kitap okumayan bir kavimiz. Yapılan son araştırmalar halkımızın dünya çapında cahil ve okuduğunu anlayamayan bir kavim olduğunu gözler önüne sermiştir. Bakınız: ( http://www.sozcu.com.tr/2016/egitim/pisa-2015-sonuclari-turkiye-okudugunu-anlamiyor-1551310/ ) Daha kendi dilinde okuduğunu bile anlayamayan bir kavim, Arapça olarak okuduğu Kur’an’ı hiç anlayamayacak ve sürekli birilerine muhtaç kalıp, Allah ile aldatılacak, atalarından duyduğu din üzerine gidecek ve aklını hiç çalıştırmayacaktır. Kaldı ki Allah “biz her resulü kendi dilinde gönderdik ki ayetleri onlara açıkça anlatsın” der. Demek ki her kavime kendi dilinde Kur’an’ı tebliğ eden resuller gerekmektedir. Yapılacak en doğru iş insanların Kur’an’ı hakkıyla anlaması için onu Atatürk gibi Türkçeye çevirtmektir. Bizde mealler var iken, her nedense sevabı daha fazla diye Arapça okunulur. Sonra anlamadığı için kendisine ayetlerin anlamını Türkçe tebliğ eden insanlara gidip “Allah bu ayette ne demek istemiş acaba” diye danışılır. Arkadaşım, onlara sorana kadar sen gidip Türkçe Kur’an okusana? Bu gerçekleşmediği için biz Kur’an’daki İslamı değil, uydurulmuş hadis İslam’ını yaşayan bir toplumuz. Tüm dünyada da bu durum böyle olduğu için İslam’ın içler acısı hali ortadadır!

      7) Soru: Peki, “mana” dediğimiz şeyi veyahut “öz”ü anlamak böyle direkt meallerle mümkün müdür ?
      Cevap: Mümkündür. Kuran hidayet rehberidir. Allah’ın ipidir. Nur’dur, Allah’ın dosdoğru yoludur. Peygamberin tek gerçek sünneti ve üzerine giydiği takva elbisesidir.

      Sebe 50: “De ki: “Ben eğer sapmışsam ancak kendi aleyhime sapmış olurum. Eğer hidayete ermişsem bu da Rabbimin bana vahyettiği (KUR’AN) sayesindedir.”

      İbrahim 1: “Bu Kur’an, Rablerinin izniyle in¬sanları karanlıklardan aydınlığa, mutlak güç sahibi ve övgüye layık, göklerdeki ve yerdeki her şey kendisine ait olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.”

      Âl-i İmrân 103: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölün¬meyin.”

      Kamer 17, 22, 32, 40: “Andolsun biz, Kur’anı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?”
      Ayetler yeteri kadar tatmin etmiştir diye ümit ediyorum…

      8) Soru: öyleyse “batini” dediğimiz ve perdelenmiş akıllarımızla algılayamayacağımız başka bir boyutu yok saymış olmaz mıyız?
      Cevap: Olmayız, çünkü “onlar görmedikleri aleme inananlardır” (Bakara 3) ayeti vardır. Bu alemler Allah, melekleri, cinleri ve bizim bilemediğimiz daha niceleridir. Bizler Kur’an’da yazan herşeye inanırız. Dolayısı ile o görünmeyen alemlerin varlığına da inanırız. Aslında görünmeyen alemdeki bu varlıklara inanmak için onları görmeye de lüzum yoktur. Gerçek apaçık ortadadır. Bizler tv, radyo ve benzeri frekansları ve hatta virüsleri, mikropları ve tüm kainatı oluşturan atomları da çıplak gözümüzle göremiyoruz ancak bu onların orada olmadıkları anlamına gelmiyor. Onların orada olduklarını biliyoruz. Şu anda sadece teknolojimiz onları (melekleri, cinleri, vs) görmeye yetmiyor.

      Ayrıca Allah Neml 93’te “Ve şöyle de: Hamd Allah’a mahsustur. O, âyetlerini size gösterecek, siz de onları görüp tanıyacaksınız!” der. Eh bilim ve teknoloji ilerledikçe ayetlerin hepsi de yavaş yavaş ortaya çıkıyor ve bizler onları görüp tanıyoruz çok şükür. Bu da onların gerçek olduğunu bize gösteriyor.

      Ayrıca görünmez alemlerden biri olan şeytanlar ve cinler, Hollywood ve benzeri kuruluşlar ile elde ettikleri tüm basın, yayın organları, filmler, müzikler ve kontrol altına aldıkları insanlar vasıtası ile yeryüzünde işlemiş oldukları bozgunculuklar sayesinde varlıklarını gayet güzel bir şekilde bize göstermişlerdir. Tüm filmlerinde şeytana övgüler sunmaktadırlar. NE yazık ki şu anda tüm dünya Lut Kavmi gibidir. Şeytan insanlar hakkındaki zannını haklı çıkarmıştır. İnsanlardan pek azı hariç hepsi ona uymuştur (Sebe 20). Yani bu ayette gerçekleşmiştir…

      9) Ve ellerinize sağlık demişsiniz, cevap: Allah razı olsun. Selam ile…

  2. Göknur Reply

    Öncelikle merhabalar Cüneyt Bey,

    Çok teşekkür ederim, hem zaman ayırıp açıklamalar yaptığınız hem de değerli yorumlarınız için.
    Bir kavram kargaşası var: Şems, Mevlana’da ve felsefesinde yaşamaya devam etmiş, O’na bütün o sözcükleri yazdıran ve O’nu daha da Yüce Mevla’ya yaklaştıran bu ayrılık olmuştur.
    Ve Hüvel baki.

    Şems başka boyutta yaşıyor derken,Hz. Mevlana ile tek yaratılmışlardır ve aslında Mevlana’nın içindedir, bir ayna gibi ben de naçizane okuduklarımdan anladığım bu.

    Aşağıda link olarak bırakacağım videoda mesela bu konunun uzmanları düz mantıkla bakarsak sirk olduğunu ama “aslında bunun tercüme edilemeyeceğini ancak zevk edilebilecek bir aşama” olduğunu vurgularlar. Yani Hallacı Mansur’un “Enel Hak” derken düz anlamından öte bir başka bir “Mana” aşikar olduğu gibi. tıpkı sizin askerlikte yaşadığınız hal gibi, her şeyin bir bütünlük ve O’ndan gelmesi gibi.

    Bir arama yaparken “Arayışname” ile karşılatım. Yaklaşık 2 ay önce askerlikte yaşadığınız hal’e yakın bir şeyler yaşadım. Kendimce yaşadığım şeyi anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırken bir de sadece benim başıma gelmiş olduğunu düşünürken:) deneyimleriniz, duygularınız benim için hem ferahlatıcı hem de öğretici oldu. Allah razı olsun.
    Hayat, hayatın anlamı değişti, ben ben değilim artık, çok şükür ve her şey gözümde başkalaştı, başkalaşmaya devam da ediyor.
    Tecrübelerimiz bizi bir şekilde var ediyor, okurken benzer şeyler yaşadığımızı düşündüm, insanlara fazla değer vermek… Siz tabii bu süreciniz çok önceden başlamış ve çok bilgilisiniz maşallah, yalnız göremediğiniz değilde belki de atladığınız şeyler olduğunu düşündüğüm için yazmak gerektiğini hissettim ama ne haddime.

    Bu başıma gelen şeyle nasıl yaşayacağımı öğrenmeye çalışıyorum. Allah’ın izniyle, inşallah O’na layık bir kul olmayı ve O’na dair daha da bilmeyi nasip etsin öncelikle. Şikayet edercesine yazdım ve başıma gelen en iyi şey bu! kör gözlerim açılmış gibi ama gayrette gerekli, bu sebepler aleminde.

    Yorumlarınıza katılmadığım yerler var, daha sonra uzun yazacağım, inşallah.
    Şimdilik bunları söylemek istedim.
    Tekrardan çok teşekkür ederim, Allah razı olsun.

    https://www.youtube.com/watch?v=XqpnkFn3KaI

    • CuneytAktan Reply

      Merhaba Sayın Göknur, ben de teşekkür ederim.

      Öncelikle “Şems, Mevlana’da ve felsefesinde yaşamaya devam etmiş, O’na bütün o sözcükleri yazdıran ve O’nu daha da Yüce Mevla’ya yaklaştıran bu ayrılık olmuştur.” demişsiniz.

      Ona bütün o sözcükleri yazdıran ve Allah’a daha çok yaklaştıran ne Şems’tir ne de ayrılıktır. Allah’tır. Allah izin vermedikçe bu dünyada hiçkimse birşey meydana getiremez…

      Şurası bir gerçek ki, klasik bilgiler, tarikat, uydurulmuş hurafe hadisler ve fıkıh eğitimi gibi işler Allah’ı bulmaya yetmez. Çünkü maalesef insanoğlu farkında olmadan dünyevi birçok şeyi Allah’a ortak koşmaktadır. Kalbinde dünyaya ait birçok nefsani sevgi vardır. Örneğin makam, şan, şöhret, para, mevkii, kibir, anne, baba, evlat, kardeş, eş, sevgili, devlet adamları, peygamberler, tarikat şeyhleri, mürşidler vs. gibi… Nefs böyle fena birşeydir. İşte insanoğlunun Allah’ı bulması, Ona ulaşması için “Her nefis ölümü tadacaktır” ayetindeki gibi benliğindeki tüm nefsleri öldürmesi (veya tatmin edip Allah’tan razı olması) gerekir ki, bunların tümünden geçip Allah’ı bulsun. Hatta kendisinden bile geçmeli insan. Çünkü Allah’ı bulmanın önündeki en büyük engel yine insanın kendisi, kendi egosudur. Yani “ben”dir.

      İnsanın bir şekilde her kim olursa olsun, isterse dünyanın sahibi olsun, isterse tüm insanlar onun kölesi olsun, bir şekilde bu sahip olduğu dünyalık işlerin hiçbir öneminin olmadığını, kendisinin bir hiç olduğunu ona gösterecek, ona idrak ettirecek bir durum söz konusu olmalıdır.

      Yani insanın kendisinin ve o zamana kadar sahip olduğu herşeyin bir “HİÇ” olduğunu, tek mutlak gücün Allah olduğunu anlaması gerekir. İşte Şems’in yokluğu Mevlana’da bunu sağlamıştır. Bu öyle bir ayrılık ve acıdır ki, Mevlana’nın o vakte kadar sahip olduğu hiçbir makam, mevki, unvan, güç, kudret, ilim, inanç ve sevgi Şems’i geri getirmeye yetmemiştir.

      Dolayısı ile bana göre Şems, Mevlana’dan alınmıştır. Tabi Şems Mevlana’nın iyiliği içinde onu terk etmiş olabilir bilemeyiz. Bu da bir ihtimal… Mevlana’nın hiçlik makamına geçmesi ve hakikati görmesi için bunu yaşaması gerekmekteydi belkide. Mevlana nihayetinde bu ayrılık ile benim kanaatimce kendisinin bir HİÇ olduğunu, herşeye gücü yetenin sadece Allah olduğunu anlamıştır. Maalesef kelimelerim yetersiz kalıyor açıklamaya, dedikleri gibi yaşamak lazım. Belki de o yüzden eskiden tarikata başvuran kişiye “gönlünde başkası olanın bizimle işi olmaz” veya “önce aşık ol öyle gel” gibi şeyler söylenmiştir…

      Yani kısacası yıllarca çöllerde leyla için yana yana ağlayan bir mecnun iken, daha sonra leyla yanından geçerken leylayı farketmeyen ve leyla geçti farketmedin mi dediklerinde mevlam var iken neyleyim leylayı diyebilen birisi olabilmek lazım. Ancak bu elbette bir mağaraya çekilip yapayalnız bir şekilde yaşamak demek de değildir. Çünkü mevlananın da eşi ve çocukları vardır, peygamberlerinde. Bu konu yanlış anlaşılmasın… Bu Mevlana bir daha kimseyi sevmeyecek anlamına da gelmemektedir. Sadece bir daha hiçkimseyi Allah’ı sever gibi sevmeyecek ve Ona ortak koşmayacaktır. Allah’ın kadrini bilecektir, ona gerektiği gibi iman ve ibadet edecektir ve bir hanif olacaktır.

      Bu anlattıklarım benim hayattan edindiğim tecrübelerden empati yapıp çıkarttığım sonuçlardır. Gerçek çok daha farklı olabilir. Bunu en iyi Allah bilir. Çok bilgilisiniz demişsiniz, estağfurulluh, Allah’ın bilmemize izin verdiğinden başka bir bilgimiz yoktur. “Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” Yusuf 76. Yani bizden çok daha iyi bilen hocalarımız, alimlerimiz, ariflerimiz vardır. Bizler daha yolun başındayız.

      Herkese böyle bir sevgi nasip edilir mi bilmiyorum. Bu insanın olaya bakış açısına bağlı bence. Nice kendisini taparcasına sevdiği sevgilisi (Şems’i) tarafından hiçbir açıklama yapmadan terk edilen ve kalbine kazık çakılıp, ölüme terkedilmiş, aynı ayrılık acısını yaşamaya mahkum edilmiş insanlar olduğuna eminim şu yeryüzünde. Tüm filmlerde, şarkılarda, kitaplarda, mekanlarda kendisini, sevgilisini ve yaşadığı aşkı görüp, yıllarca ağıt yakan ve en nihayetinde küllerinden yeniden doğup çok daha iyi bir hayata başlayan insanlar olduğuna eminim. Aşk geçicidir yani anlayacağınız. Beşeri bir duygudur. Hani derler ya hayatımıza bazıları birşeyler öğretmek için girer ve çıkarlar. İşte bunların hepsi böyle işlerdir. Tabi bunu kaç kişi olumlu şekilde kullanır orasını bilemem. Hatalarından hiçbir ders almayıp, kendisine hiçbir ayna tutmayıp, sürekli aynı hataları yapan, yerinde sayan ve dolayısı ile hiçbir mertebe atlayamayan insanlar da olabilir. O yüzden bu bence Allah’ın bir lütfudur. Allah kime hikmet (akıl) verdiyse ona çokça lütuf etmiştir.

      Dolayısı ile Şems, aşık olduğumuz için kendisini gözümüzde büyüttüğümüz, kusursuz gördüğümüz, her hali bize güzel gelen ama bir başkasına göre hiç de bu kadar güzel olmayan, hatta gerçekten de hiçte güzel olmayan sıradan birisi de olabilir. Ne de olsa aşık olana sevdiği istenmeyen ve kötü birisi bile olsa, ona sevdiği bu kişinin çok kötü birisi olduğu delilleri ile de anlatılsa, her hali güzel gelir ve olsun ben onu öyle seviyorum denir. Kusurları görmezlikten gelinir. Sevimli ve dost gelir. Oysaki belki de iblisin tekidir.

      İblisin de ne için yaratıldığı meçhuldür mesela… Bu kahve fincanı diye bir hikaye vardır. Fincan ateşte pişer pişer, tam çatlayacakken usta fırının kapağını açar ve fincan kendine aynada bir bakar, muhteşem bir sanat eseri olmuş. İşte ateşten yaratılmış iblisin topraktan olan insanın pişip kemale ermesi için hiç kimsenin farkında olmadığı gizemli bir rolü olabilir kanaatimce. Bunda hatalı da olabilirim.

      Anlatılacak, yazılacak, konuşacak, tartışılacak, düzeltilecek çok konu vardır. Başınıza gelen ilahi konuları eminim ki Mevlana’nın suya anlattığı gibi anlatmak istiyorsunuzdur. Size tavsiyem bunları bir kağıda yazmanız ve içinizi boşaltmanızdır. Kalem kağıt sizin dostunuz olsun. Ayrıca derler ya, zaman en iyi ilaçtır. Zamanla karşınıza yaşadıklarınızı neden yaşadığınızı anlamanıza yardımcı olacak binlerce kişi, olay, yazı, müzik vs ile karşılaşacaksınız ve bütün bunların aslında sizin daha gelişmiş bir insan olmanız için Allah tarafından size sunulmuş nimetler olduğunu göreceksiniz. Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için yaratılmış aslında ama işte anlayana. Dünyanın haline bakarsanız hiçkimsenin anlamadığı ortada.

      Herneyse, benim kanaatime göre Kur’an’da geçen Şems ile ilgili ipuçları şunlar olabilir:

      İsrâ 80: “De ki: “Rabbim! (Gireceğim yere) doğruluk ve esenlik içinde girmemi sağla. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk ve esenlik içinde çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.”

      Buradaki yardımcı kuvvet olabilir…

      Hac 53-54: “Allah şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki, o zalimler derin bir ayrılık içindedirler. Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar onun, Rabbinden gelen hak olduğunu bilsinler, böylece ona iman etsinler ve sonuçta da kalpleri ona saygı duysun diye Allah böyle yapar. Hiç şüphe yok ki Allah iman edenleri doğru yola iletir.”

      Bu ayetteki “Bir de kendilerine ilim verilmiş olanlar”dan ve kalbinde hastalık bulunup, imtihan olandan kasıt Mevlana’dır. Allah neden şeytanın kalbine vesvese vermesini istemiş ve Mevlana’yı böylece imtihan etmiştir? Kur’an’ın Rabbinden gelen bir hak olduğunu bilmesi, böylece ona hakkıyla iman etmesi ve sonuçta da Allah’ın kadrini gereğince anlayıp, kalpleri Ona gereğince saygı duysun diye yapmıştır. Kimin vesilesi ile, şeytan ve verdiği vesvese ile… Kur’an’dan biliyoruz ki Hz.Süleyman’ın emrinde hayır işlerinde çalışan, zincirlenmemiş ve diledikleri gibi ışınlanabilen, hareket edebilen, cennetten kovulmamış cinler, şeytanlar, ifritler, üstünler, ilim sahibi varlıklar vardır… Her şeytan kötü olacak diye bir şart yoktur…

      “Onlar o kimselerdir ki Allah kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. “ Mücadele 22. Bu ayetteki gibi yardımcı bir ruh da olabilir. En doğrusunu Allah bilir.

      “Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını gördüm. Şeytan, onlara yaptıklarını süslü göstermiş ve böylece onları yoldan çıkarmış. Bu yüzden de onlar doğru yolu bulamıyorlar.” Neml 24

      Ayetin orijinal Arapça metninde de güneş kelimesi “Şems” olarak kullanılmıştır. Görüldüğü üzere şeytan Sebe kavmine yaptıklarını güzel göstermiş ve onları güneşe “Şems’e” taptırmıştır ancak daha sonra kavim Allah’ın yoluna geri girmiştir. Bana göre aynısı Mevlana’da da olmuştur. En doğrusunu Allah bilir. Günahımız varsa ve sürçü lisan ettiysek Allah affetsin…

  3. Göknur Reply

    Tavsiyeleriniz de haklısınız, tüm yanıtlar insanın içinde.
    Sadece bu süreç çok yeni benim için, Allah’ın izniyle baş etmeye çalışıyorum, buna yakın bir şeyler yaşamış olmanız ve karşıma çıkması beni biraz heyecanlandırdı. Hem sayfanızdan hem de kitabınızdan faydalandığımı belirtmek içinde aslında yazmak istedim. Ayrıca şikayet gibi yansıtmış olabilirim ama bu başıma gelmiş en iyi şey, şükürler olsun sonsuz kez.
    Zaman ayırdığınız ve yorumlarınız için tekrardan çok teşekkür ederim.
    Allah yolunuzu açık etsin.

    • CuneytAktan Reply

      Sayın Göknur

      Kitabımı okuduğunuz ve değerli yorumlarınız için ben de çok teşekkür ederim. Yazılarımın bir işe yaradığını duymak bizleri de memnun etti.

      Allah’a emanet olunuz. Saygılarımla.

  4. İlknur Reply

    Öncelikle emeğiniz icin teşekkür ediyorum. Yazılarınız öyle dikkat çekici ve güzel ki okurken hiç bitmesin istiyor insan. Hatta bu yazınız da bazı içinden çıkamadığım sorularıma cevap buldum tekrar dan çok teşekkür ederim Allah razı olsun.

    • CuneytAktan Reply

      Sayın İlknur, asıl okuduğunuz için ben teşekkür ederim. Allah sizden de razı olsun. Bir şeyler katabiliyorsak insanlığa ne mutlu. Saygılarımla efendim.

Leave a Reply to Göknur Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.