Kur’an ayetleri mi Peygamberimizin Hadisleri mi?
Hadis kelime anlamı olarak “söz” demektir. Geleneksel İslam kültüründe ise peygamberimizin Kur’an haricinde İslam dini ile ilgili söylediği rivayet edilen açıklamalar, verdiği hükümler, davranışlar, onun gündelik yaşayış tarzı, bir olay karşısındaki tutum ve açıklamaları, kısacası peygamber sünneti anlamına gelmektedir.
Hadisler, peygamberimizin hayatında gerçekleşmiş olan bir olaya şâhid olan arkadaşlarının, sahabelerinin ve insanların gerek sözlü gerekse yazarak nesilden nesile aktardıkları rivayetlerden, sözlerden ve hikayelerden oluşur.
Ayet ise Kur’an’da kendisinden “İşte böylece sana da emrimizle bir ruh (Kur’an) vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin.” (Şura 52) diye bahsedilen peygamberimize Cebrail as aracılığı ile vahyedilen, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran, hidayet rehberi Kur’an’ı Kerim’i oluşturan Allah’ın sözleridir. Kur’an’da ayet kelimesi sözün en güzeli, nur, ruh, kıssa, öğüt, hak, mucize, üzerinde derin derin düşünülecek, ibret alınacak olaylar, sözler, alametler, gerçekler, deliller olarak da açıklanmıştır.
Bu konuda hatırlatılması gereken en önemli husus, İslam dini Hz. Muhammed’in hükümlerini belirlediği bir din değil, Allah’ın hükümlerini koyduğu bir dindir, Allah’ın dinidir! Kur’an-ı Kerim’deki sözler de peygamberimizin sözleri değil, âlemlerin rabbi olan Allah’ın sözleridir!
Dolayısı ile İslam, zannedildiği gibi peygamberimizin hayatı boyunca söylediği ve yaptığı rivayet edilen söz ve hareketlerden oluşan bir din değil, gerçekte Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerden oluşan bir dindir! Peygamberin kendisi de daha önce kitap nedir, iman nedir bilmez iken, Kur’an sayesinde hidayete, doğru ve güzel ahlaka, Allah’ın dosdoğru yoluna ermiştir. Ne peygamberler ne de yer ile gök arasında yaşayan başka bir varlık, hepsi bir araya gelseler, ne bir din meydana getirebilirler ne de Kuran’dakine benzer on sure! Allah dilemedikçe hiç kimse bir şey yapamaz! Çünkü:
“Din yalnız Allah’a aittir!” (Zümer 3)
“Hüküm yalnız Allah’a aittir.” (Yusuf 40)
“O hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.” (Kehf 26)
“Size Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indiren O iken ben Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım?” (Enam 114)
“Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?” (Maide 50)
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kafir olanlardır.” (Maide 44, 45, 47)
“İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah’tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanıyorlar?! (Casiye 6)
“De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım.” (Ahkaf 9)
“De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım. Bu (Kur’an), Rabbinizden gelen basîretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır); inanan bir kavim için hidayet ve rahmettir.” (Araf 203)
“De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım.” (Enam 50)
Kısacası hiçbir peygamber Allah’ın hadisleri olan Kur’an ayetleri dışında dine hiçbir kelime, söz ya da “HÜKÜM” ekleyemez. Dolayısı ile Allah’ın hadisleri olan Kur’an ayetleri dışında peygamberin söylediği rivayet edilen, İslam adına yapılmış olan akıl, hikmet ve Kur’an dışı ciltler dolusu bütün açıklamalar ve hadisler uydurmadır, haramdır ve günahtır. Dolayısıyla din diye Allah’ın sözleri olan Kur’an ayetleri yerine peygamberin söylediği rivayet edilen sözler ile amel eden herkes, peygamberi Allah’a ortak koştuğu için müşriktir. Müşrik olduğu sürece de asla Allah’a ve nuruna ulaşamaz… Çünkü Allah kendisine ortak koşulmasını hiç sevmez…
“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a ortak koşan, kuşkusuz, derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa 116)
Öyle ise şu soruyu sormak farz oluyor: Nasıl oluyor da insanlar, din diye Allah’ın kitabı Kur’an yerine, peygamberimizin söylediği rivayet edilen sözlerden ve hareketlerden oluşan hadis kitapları ile, bir takım İslam alimi ya da evliya oldukları iddia edilen insanların eserlerini Kur’an’dan daha yüksek bir mertebeye koyup, onları kendilerine Allah’a ulaştıracak hidayet rehberi edinebiliyorlar?
Ne yazık ki, kendisinde hiçbir eksiklik ve şüphe bulunmayan Kur’an-ı Kerim, tüm insanlık alemine hidayet rehberi olarak apaçık, anlaşılır bir dil ile indirildiği halde, insanlar Kur’an’ı Kerim’i terk etmiş, terk edilmiş bir hale getirmiş ve Cebrail as’ın peygamber efendimize söylediği Allah’ın sözleri yerine, peygamberin sahabeleri olduğu iddia edilen insanların yazdıkları “peygamber şöyle hareket ediyordu, böyle konuşuyordu” diye kulaktan kulağa geçerek günümüze gelen, Kur’an’la alakası olmayan hadis kitaplarını, bu hadislere dayalı açıklamaları ve evliya olduğu iddia edilen insanların kitaplarını Allah’ın ayetlerinden daha yüksek bir konuma getirmiş ve kendilerine hidayet rehberi edinmişlerdir.
Bunun sonucunda da Allah dinde insanlara hiçbir zorluk çıkarmaz iken, insanlar kendi kendilerine zulm edip, ciltler dolusu milyonlarca hadis ve teferruat uydurup, İslam’ı öğrenmesi ve uygulaması zor ibadet şekilleri ile doldurmuşlardır. Bu fikir ve ibadet ayrılıkları yüzünden Müslümanlar da tıpkı Hıristiyanlıktaki Protestanlık, Ortodoksluk, Katoliklik vs. gibi gruplara, fırkalara, mezheplere, cemaatlere bölünmüş ve her birisi kendi grubundaki anlayış ile böbürlenmiş, kendisini Allah’ın sevgili kulu sanmıştır.
İnsanların birçoğu da sonradan İslam’a eklenmiş bu ciltler dolusu uydurulmuş teferruatı gerçek İslam, yani Kur’an zannetmiş ve o yüzden Kur’an’ı anlaması zor bir kitap, İslam’ı da uygulaması zor bir din olarak görmüşlerdir.
Bu tür şeyler yüzünden insanlar ayetleri okuyup, üzerinde derinlemesine düşünüp, ibretler alıp, dinlerinden haberdar olacaklarına, şeytanın bu ciltler dolusu hadis ve teferruat aldatmacası sayesinde sadece dünyalık geçimlerini sağlamakla meşgul olmuşlar ve ister istemez de bu din meselelerini din adamı denilen insanlara ve dini kurumlara bırakmışlardır.
Böylece İslam’ı ve Kur’an’ı sahipsiz bırakarak, onu terk edilmiş bir hale getirerek, bazı insan, kurum, kuruluş, topluluk, cemaat, tarikat, parti vs gibi oluşumların ortaya çıkıp, İslam’ı Allah’ın dini değil, kendi getirdikleri bir dinmiş gibi sahiplenip, din konusunda insanların başına zorba birer bekçi olmalarına, insanların dini duygularını istismar ederek, onları Allah ile aldatarak, dünyalık makamlar ve menfaatler elde etmelerine sebep olmuşlardır.
Bu insanlar, cemaatler, tarikat ve kurumlar, “Onlardan bir grup vardır ki, kitaptan olmadığı hâlde kitaptan sanasınız diye (okudukları) kitaptanmış gibi dillerini eğip bükerler ve: “Bu, Allah katındandır” derler. Hâlbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah’a karşı yalan söylerler.” (Ali İmran 78) ayetinde bahsedildiği gibi Kur’an’daki gerçekleri insanlardan gizleyerek, Kur’an’da yazmayan şeyleri Kur’an’da şöyle yazıyor, Allah böyle yapmamızı emrediyor, peygamber efendimiz böyle buyurmuş, şöyle söylemiş, böyle yapmış diye kendi menfaatleri doğrultusunda milyonlarca hadis uydurarak, insanları kandırıp, sömürüp, Allah’ın yolundan uzaklaştırmışlardır ve hala da uzaklaştırmaya devam etmektedirler.
Allah bu konuda Kur’an’da “Rabbinizden size indirilene uyun, onu bırakıp başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.” (Araf 3) dediği halde günümüzde İslam âleminin din diye Kur’an yerine bu başka dostlara, insanlara ve kitaplara uyması, İslam coğrafyasının bugün geldiği içler acısı hali yeterince açıklamaktadır.
Elbetteki kendilerine derin derin, düşüne düşüne okumaları için “OKU” diye inen bir kitabı okumayan, gerçekleri öğrenmekten geri kalan bir toplumu, o çok aldatıcı şeytan ve yandaşları kolaylıkla kandırabilecek, onların ayaklarını doğru yoldan kaydırabilecektir. Çünkü şeytan ve yandaşları Kur’an’daki gerçekleri insanlardan gizlemeye, ört bas etmeye, değiştirmeye, insanları kandırmaya ve onları Allah’ın yolundan alıkoymaya dair Allah’a yemin etmişlerdir.
Pekala, şeytan insanları Allah’ın gerçeklerinden ve yolundan nasıl daha rahat ve kolayca alıkoyabilecektir? Elbette ki insanları Kur’an’dan uzaklaştırarak… Kur’an yerine başka başka kitaplar, hadisler ve kaynaklar okutarak.
“Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o uzaklaştırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.” (Furkan 29)
Ne yazık ki İslam’ın beş şartının içerisinde dahi yer almaz bu “OKU” diye başlayarak indirilmiş Kur’an’ı okumak mevzusu. Çünkü Kur’an okunursa, insanlar düşünecek, sorgulayacak, araştıracak, öğrenecek, akıllanacak ve gerçekleri görecektir. Sistemdeki bozuklukları idrak edeceklerdir. Kendilerine İslam, din, hayat ve insanlık diye öğretilen ciltler dolusu bilginin aslında ne kadar yanlış ve gereksiz olduğunu anlayacaklardır. Anladıklarında ise ne şeytan ne de yandaşları, eskisi gibi dini kullanarak yeryüzünde saltanat süremeyecek ve insanların üzerlerinde istedikleri gibi hakimiyet kuramayacaklardır. Gerçi okuyanların çoğu da gerçekleri bildikleri halde bir takım dünyalık menfaatler elde edebilmek için ayetleri görmezlikten gelmekte ve şeytanla işbirliği yapmaktadır o da ayrı bir tartışma konusudur. Elbette ki onların kazandıklarını da bir gün Allah onlara tastamam ödeyecektir.
Peki, sizce şeytanın insanları Allah’ın kitabından uzaklaştırmasının ve din diye çarpıtılmış hadis kaynaklarına yönlendirmesinin en temel biçimi ne olabilir?
Elbette ki insanların Kur’an’ı kendi öz dillerinde kolayca okuyabilmelerini ve anlamalarını engellemektir. Arapçayı kutsallaştırarak, sanki Allah’ın katındaki tek dil oymuş, Allah ve melekleri geri kalan dilleri anlamaktan acizlermiş gibi, daha kendi öz dillerine çevrilmiş Kur’an’ı okumaktan bile aciz olan insanları, sevabı daha fazla diye Arapça Kur’an okumaya yönlendirmektir. Haliyle daha kendi vatandaşı olduğu ülkesinin bayrağının ne renk olduğunu dahi bilemeyen ve kendi öz dilinde okuma kültürü olmayan karanlıklarda kalmış bir toplum, Arapça öğrenip, Kur’an’ı derin derin, düşüne düşüne okumaya hiç yanaşmayacaktır bile.
Arapça Kur’an okuma kurslarına gidenler ise, ayetlerin ne manaya geldiğini anlamadan, onu sadece Arapça olarak okumayı öğrendikleri için, gerçekte Allah’ın Kur’an’da onlara ne dediğini, onlardan ne istediğini, İslam dininin nasıl bir din olduğunu hiçbir zaman anlayamayacaklardır. Çünkü onların bu hali, Çin yapımı bir filmi, bilmediği Çince alt yazı ile izleyen bir adamın hali ne ise, o filmden ne anlıyorsa odur. Onlar da Kur’an’dan ancak o kadarını anlarlar. Hatta bundan daha da azını anlarlar çünkü filmde en azından görsel olarak anlatılan şeyler de vardır. Kendilerine filmi bize anlatın denilse, gene az çok izlediklerinden anladıkları kadarıyla bir şeyler anlatabilirler ama Kur’an’dan görsel olarak da bir şey alamadıkları için onların Kur’an hakkında anlayabilecekleri ve anlatabilecekleri hiçbir şey yoktur. Onların tek söyleyebilecekleri atalarından din diye duydukları boş sözler ve peygamberimizin söylediği rivayet edilen uydurulmuş hadisler olacaktır. Hatta kendileri de “Kur’an’da yazıyor” diye yeni yeni hadisler ve sünnetler uyduracaklardır.
Yurdum genelinde çokça rastladığımız bu insanlar, daha sonra acaba Allah Kur’an’da ne demek istedi diye gidip (mümin hocalar, insanlar ve istisnalar hariç) başına sarığı takan, sakalını uzatan, üzerine cüppe giyen, Arapça konuşan, ya da imamhatip ya da ilahiyat fakültesi mezunu olduğu için kendisini din konusunda insanlar üzerinde bir bekçi sanan, bu uydurulmuş Kur’an dışı hadisler ile kendisine dünyalık makam ve menfaatler sağlayan her türlü din istismarcısı insana uymaktadırlar.
Onlara sorgusuz sualsiz tabi olup, onların her dediğini Allah’tan gelen bir emirmiş gibi algılayıp uygularlar. Oysaki Allah bu insanların durumunu Kur’an’da şöyle açıklamaktadır:
“Ve onlara: “Allah’ın indirdiği şeye tâbî olun!” denildiğinde; “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (yola) tâbî oluruz.” dediler. Ve eğer, onların ataları hiçbir şeyi akıl etmiyor ve hidayete ermemiş olsalar bile mi?” (Bakara 170)
“Kesinlikle, din sadece ALLAH’a aittir. O’nun dışındakileri evliya (dostlar) olarak edinenler, ‘Onlar bizi ALLAH’a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.’ (derler). Ayrılığa düştükleri bu konuda onların arasında ALLAH karar verecektir.” (Zümer 3)
“Böylelerine, Allah’ın indirdiğine uyun dendiğinde şu cevabı verirler: “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.” Peki, şeytan onları, alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı?” (Lokman 21)
Ne yazık ki ülkemizde durum bu ayetlerden ibaret. Bizler Türk milleti olarak İslam’ı Kur’an’ı Kerim’e göre yaşayacağımıza, bu ayetlerde bahsedilen insanlar gibi yaşıyoruz. Oysaki alemlerin rabbi olan Allah, Kur’an-ı Kerim’inde İslam’ı ayetlere göre mi yoksa uydurulmuş hadislere ve bu insanların açıklamalarına göre mi yaşayacağımızı bize açıkça bildirmiştir:
“İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah’tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise/söze inanıyorlar?! (Casiye 6),
“Allah hadisin/sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi.” (Zümer 23)
“Artık bundan (Kur’an’dan) sonra, başka hangi hadis/söze inanacaklar?” (Araf 185)
“Rabbinizden size indirilene uyun, onu bırakıp başka dostlara uymayın.” (Araf 3),
“De ki: Onu (Kur’an’ı) kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım.” (Yunus 15),
“Allah sözün/hadisin en güzelini; âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların derileri (vücutları) ondan dolayı gerginleşir. Sonra derileri de (vücutları da) kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an Allah’ın hidayet rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola iletir.”(Zümer 23)
“Hüküm ancak Allah’a aittir.” Yusuf 40,
“O hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.” Kehf 26.
Yani Allah, kendisine Kur’an’ı vahyettiği peygamberin kendisi de dahil olmak üzere tüm insanların Allah’ın sözleri/hadisleri olan Kur’an ayetlerinden başka İslam’da hiçbir söze inanmamalarını ve uymamalarını istiyor. Ona kendilerinden bir şey ekleyip, çıkarmamalarını, hiçbir şekilde onu değiştirmemelerini, yalnızca onunla amel etmelerini emrediyor. Dinde hüküm koyucunun sadece kendisi olduğunu söylüyor. Peygamberlerin hiçbir şekilde İslam’a bir şey katıp, çıkaramayacaklarını, hüküm veremeyeceklerini söylüyor.
Öyle ise söyler misiniz, hangi peygamber Allah’tan korkmadan İslam’a ciltler dolusu açıklamayı ve sözü din diye ekletebilir, onlarla hüküm verebilir ve insanların onları Kur’an’dan daha üstün tutup, din diye onlar ile amel etmelerini isteyebilir ki? Cevap veriyorum: Hiçbir peygamber! Bunu ancak kıyamet gününe kadar her türlü hileyi yapmasına müsaade edilmiş olan o çok aldatıcı iblis yapar. Çünkü Allah kitapta:
“Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki, o (Kur’an), hiç şüphesiz çok şerefli bir elçinin (Allah’tan alıp tebliğ ettiği) sözüdür. O, bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz! Bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz! O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir. Eğer o (Muhammed), ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık. Hiçbirinizde buna engel olamazdınız.” (Hakka 38-47) diyor.!
Eğer peygamber rivayet edildiği üzere İslam’a Kur’an yerine ciltler dolusu kendi açıklamalarını ve hükümlerini ekleseydi, Allah onu yukarıdaki ayette bahsettiği gibi mahvederdi…
Peki günümüzde insanlar İslam diye neye uyuyor? Allah’ın sözleri olan Kur’an-ı Kerim ayetleri yerine, Allah’ın beşer bir kulu olan peygamberinin (Allah’ın selamı üzerine olsun) söylediği ve İslam’a kattığı iddia edilen kitaplar dolusu, insanların kendi nefsine ve zannına göre uydurduğu hadise(söze), İsrail ve Hıristiyan külliyatlı hüküm, fıkıh, peygamber sünneti vs adı verilen gereksiz, yalan dolan, Kur’an’la hiçbir alakası olmayan teferruat ve bilgiye uyuyor. Apaçık, anlaşılır bir dilde indirilmiş Kur’an gibi bir kitap dururken, Buhari, Müslim, Tırmizi, İmam Gazali, İmam Rabbani, Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre, Mesnevi, Said’i Nursi, Gavs vs gibi insanların yazıp ettikleriyle hüküm veriyor.
Acaba Hz.Muhammed peygamber olduğu zaman Hz.İbrahim’in, Hz. Davud’un, Hz. Süleyman’ın, Hz.Musa’nın, Hz. İsa’nın ve adını zikredemediğim binlerce peygamberin söylediği rivayet edilen ciltler dolusu binlerce hadise, İsrail ve Hristiyan kaynaklı binlerce alimin, arifin, hocanın, din adamının fıkıh, sünnet, mezhep, tarikat, cemaat, tasavvuf, dinler tarihi vs dolu kitaplarına ve açıklamalarına göre mi dinde hüküm etti yoksa kendisine indirilen Kur’an ile mi? Allah peygamberine ayette “De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım.” dediğine göre, peygamber de Kur’an ile hüküm edip, ona uymuştur sizce de öyle değil mi? Öyle ise söyler misiniz:
“Neyiniz var sizin, ne ile hüküm veriyorsunuz? Yoksa sizin gökten inmiş bir kitabınız var da (bu verdiğiniz hükümleri) ondan mı okuyorsunuz? Onda keyfinize uyan her şeyi rahatça buluyorsunuz?” (Kalem 36-38)
Günümüzde sayıları parmakla dahi gösterilemeyecek kadar az olan bu hakiki Kur’an Müslümanları, peygamber sünneti diye adlandırılan bir takım hadis ve hurafeleri terk edip, “biz sadece Kur’an’a inanırız, onunla amel ederiz” dedikleri için, bu atalarından duydukları ile yetinen ve uydurulmuş hadisler ile kendilerine çıkar sağlayan insanlar tarafından kafir, ateist, müşrik vs. diye adlandırılıp, dinsizlik ve imansızlıkta suçlanmış, hatta belki öldürülmeye bile çalışılmıştır. Varsın suçlasınlar. Biz de onlara sözün en doğrusu ve güzeli Kur’an’dan ayetler ile cevap verelim:
“Biz sadece, kendisine Kur’an indirilmeden gelmeden önce kitap nedir, iman nedir, din nedir (bizler gibi) bilmeyen Hz.Peygamber’e vahyedilen, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran, Allah’ın kullarından dilediğini onunla doğru yoluna ilettiği, Allah’ın ipi, hidayet rehberi ve nuru Kur’an’a uyarız. Bizim onu kendiliğimizden değiştirmemiz, terk etmemiz, ona bir şey eklememiz ya da çıkarmamız, ayetlerin bir kısmına iman edip, bir kısmına iman etmememiz bizim için söz konusu olacak bir şey değildir. Biz alemlerin rabbi olan Allah’ın kendi katında şerefli, itibarlı ve sözü dinlenilen bir resulü olan Cebrail as’ın, alemlere rahmet olarak göndermiş olduğu peygamberine vahyettiği, hayranlık uyandırıcı kitabına inanır ve uyarız. Siz neye inanıyorsanız ona inanıp, uyun. Biz Onun kendi katından bir rahmet, ilim ve hidayet rehberi olarak indirdiği apaçık bir delil ve ilim üzerine isek ve siz de ona karşı kör kalmışsanız, siz onu istemediğiniz halde, bizim sizi ona zorlayacak halimiz olmadığı gibi, siz istiyorsunuz diye bize gelen bunca ilimden sonra sizin din diye uydurduğunuz heva ve heveslerinize uyacak halimiz de yok. Ne Kuran’da kendilerinden “Tevrat’la amel etmeyip, ciltler dolusu binlerce kitap taşıyan eşek tıynetli insanlar” (Cuma 5) olarak bahsedilen insanlar gibi rabbimizden indirilmiş olan Kuran’la amel etmeyip, Mesnevi’sidir, Risale-i Nur’udur, Marifetname’sidir, hadisidir, vs’idir gibi şeylerle İslam ve din diye iman ve amel ederiz, ne de bir başkasına uyarız. Biz Müslümanların ilkiyiz. Biz Allah’a inanmayan, O’na ortaklar koşan, onun ayetlerini inkâr eden, terk eden, değiştiren ve kesin olarak iman etmeyen bir milletin dinini terk ettik. Eğer bizim durumumuz ve Allah’ın ayetleriyle size öğütler verip, onları size hatırlatmamız size ağır geliyorsa, bilin ki biz sadece alemlerin rabbi olan Allah’a dayanıp güvenmişiz. Bu konuda da O’ndan başka dostumuz ve yardımcımız yoktur. Bize ne yapacağınıza dair kararınızı ortaklarınızla beraber kararlaştırın ve sonra da bize hükmünüzü uygulayın. Sizin dininiz size, bizim dinimiz bizedir. Hepinize selam olsun.”
Şimdi Kur’an’ın dini anlamada yetersiz kaldığını söyleyip, Kur’an’daki ayetler yerine ciltler dolusu binlerce uydurulmuş hadis vs. ezberleyip, onlarla amel eden, İslam diye insanlara bunları aktaran bu insanlar, bunları yapmalarına sebep olarak peygamberin Allah’ın elçisi olduğu için onun her söylediğinin Allah’ın vahiyleri ya da ayetleri olduğunu, dolayısı ile her yaptığının da sünnet olduğunu iddia etmektedirler.
Oysaki bir önceki “Peygamberler Günah İşler mi?” adlı başlıkta peygamberlerimizin nasıl bizler gibi ölümlü insanlar olduklarını, ne gibi hatalar yaptıklarını, onların da bizler gibi hatalar yapabilen, günahlar işleyebilen, yanlış kararlar alabilen, yanlış konuşabilen insanlar olduklarını incelemiştik. Öyle ise bana söyler misiniz, bu tip hatalar yapıp, günahlar işleyebilen, Kur’an ayetleri ile de bu hata ve günahları kendisine hatırlatılıp, onları düzeltmesi ve bir daha yapmaması arzu edilen bir şahsın her hareketi nasıl Allah’tan gelen bir vahiy olabilir? Allah peygamberimizin hepimiz gibi ölümlü bir insan olduğunu Kur’an’da bize defalarca hatırlatmıyor mu?
“De ki: Fesubhanallah! Ben sadece elçi olan bir insandan başka ne olabilirim ki?.” (İsra 93)
“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Ancak bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor.” (Kehf 110, Fussilet 6)
“De ki: Doğrusu ben (kendi başıma) size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim. De ki: Gerçekten (bana bir kötülük dilerse) Allah’a karşı beni kimse himaye edemez, O’ndan başka sığınacak kimse de bulamam. Benimkisi yalnız Allah’tan olanı, onun gönderdiklerini tebliğdir o kadar.” (Cin 21–23)
“De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım.” (En’âm, 6/50)
“De ki: Ben kendim için bile Allah dilemedikçe hiçbir şeye kadir değilim: Ne fayda sağlayabilirim, ne de gelecek bir zararı uzaklaştırabilirim. Şayet gaybı bilseydim elbette çok mal mülk elde ederdim, bana hiç fenalık da dokunmazdı. Ama ben iman edecek kimseler için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeleyiciyim.” (A’râf, 7/188)
Yahu zaten bir düşünsenize, kendisine Kur’an vahyedilmeden önce (bizler gibi) din nedir, iman nedir, kitap nedir bilmeyen (Şura 52), yolunu şaşırmışken, kendisi Allah tarafından iletilmedikçe doğru yolu bulamayan (Duha 7), hidayete eremeyen, geçmişte yaptığı ve gelecekte yapacak olduğu tüm hata ve günahlarının bağışlanacağı kendisine bildirilen (Fetih 2) (Yazar notu: kısacası bizlerde Hz.Peygamber gibi hayatımız boyunca günah işleyen ve işleyebilecek yapıda bir insan olmamıza rağmen, onun gibi Allah’ın kendisine vahyettiği Kur’an’a uyup, Onun doğru yolunda gidebilirsek, Allah bizim de geçmiş ve gelecek günahlarımızı bağışlayacak, bizi hidayetine erdirecektir) bir zat-ı muhteremin nasıl her sözü ve yaptığı şey Allah’tan gelen bir vahiy olabilir ki? (Haa, Allah’ın bilgisi ve izni dışında yaprak bile kımıldamaz diyorsanız, o zaman sizin de peygamberden bir farkınız olmadığını bildirmek isterim. Çünkü sonuçta size de hayatınız boyunca ne yapacağınızı, nasıl davranacağınızı, ne söyleyeceğinizi size ilham eden ve sizi öyle hareket ettiren Odur. O dilemeden siz şurdan şuraya gidemezsiniz.)
Kendisine indirilmiş olan kitaba onun gibi uymamız ve onun gibi yaşamamız için bizlere örnek olarak gönderilmiş olan Hz. Peygamberin, diyelim ki iddia edildiği gibi yaptığı her şey Allah’tan gelen bir vahiy ve o yüzden takip edilmesi gereken bir sünnet. Bu kadar insanda onu örnek aldığını için onun kılığını kıyafetini, saçının sakalının şeklini taklit ediyor. Peki, o zaman bana söyler misiniz, o kendisine vahiy gelmeden (yani din, iman, kitap nedir bilmeden) önce sarık takmıyor, cüppe giymiyor ve sakalsız mı dolaşıyordu da, Allah vahiy edince bunları yapmaya başladı?
Peygamberin kavmi ve kendisi o topraklarda şimdiki gibi cahiliye devrini andıran açık saçık giysiler ya da bambaşka kıyafetlerle mi dolaşıyordu da, vahiy geldikten sonra hepsi peygambere göre saçını, sakalını, elbisesini değiştirdi? Atatürk’ün ülkemizde kılık kıyafet devrimini yaparak, insanlara örnek olmak için batılı bir şekilde giyindiği gibi o da nebi olduktan sonra kendi kavminde bir kılık kıyafet devrimi yapıp, ona göre giyinip, herkesin kendisi gibi giyinmesini isteyip, Allah’ın insanların öyle giyinmesini istediğini, İslam denince akla bunların gelmesi gerektiğini mi söyledi? Kılık kıyafette yaptığı o devrimden sonra mı insanlar peygamber sünnetine uygun giyinenler, uygun giyinmeyenler diye ikiye ayrıldı?
Ayrıca neden Allah’ın ayetlerine (Kur’an’a) uygun yaşayanlar, yaşamayanlar yerine, peygamber sünnetine uygun yaşayanlar, yaşamayanlar diye bir uygulama ortaya çıktı?
“Yoksa yanınızda size ya da peygambere ait, kendisine vahyedilen Kur’an haricinde vahyedilen bir takım başka kitaplar var da, keyfinize uyan her şeyi rahatça onlarda buluyor ve (bütün bu bâtıl inanışları) onlardan mı okuyorsunuz?” (Kalem 37-38). Ya da;
“Gayb (görünmez) bilgi hazinesi sizin yanınızda da, oradan bakarak mı istediğiniz gibi yazıyorsunuz?” (Kalem 47)
“Yoksa sizin göklerde bir ortaklığınız mı var?” (Ahkaf 4)
Ne Kur’an’da ne de tarihte hiçbir yerde peygamberin böyle bir devriminden ya da peygambere Kur’an haricinde başka bir şey vahyedildiğinden bahsedilmediğine göre demek ki böyle bir olay hiç yaşanmadı. Mademki yaşanmadı, demek ki o zaten içerisinde doğup, büyüdüğü kendi kavminin o günkü kıyafetleri ne ise o da onlardan giyiniyordu. Yani Arap bir topluma Arapça bir kitapla gönderilmiş, Arap bir peygamber olduğu için, Arapların kılık kıyafetine göre giyiniyordu. Almanlara gelmiş olsaydı, onların içerisinde doğup büyüdüğü için Almanların giydiği kıyafetlere göre giyinecek, Almanca konuşacak ve Almanca bir kitap ile gönderilecekti. O zaman da Müslümanlar sünnet diye Almanların kılık kıyafetini takip edip, Almancayı mı kutsal dil sayacaktı?
Eğer o başka bir dilde, başka bir kılık, kıyafet, örf ve âdete göre büyümüş, giyinmiş, kuşanmış ve o şekilde Araplara gönderilmiş bir peygamber olsa idi, Araplar onun ne dediğini anlamaz ve onu kaile bile almazlardı. Demek ki o kendi kavminin örf ve adetlerine göre giyinip, dolaşan ve konuşan özgür bir insandı. Farklı bir elbise giyen ve farklı bir aksanla konuşan bir insan değil. Onlardan hiçbir farkı yoktu. Kavmi onun kılık kıyafetine göre değil, o kavminin kılık kıyafetine göre giyiniyordu,. Ve o ne güzel bir insandı ki, hiçbir din, dil, renk, ırk, kılık, kıyafet, saç, sakal farkı gözetmeksizin tüm insanlık alemine (ve şayet onu örnek alırlar ise o insanlık aleminin de halife olarak atandığı tüm varlık alemine) rahmet olması için gönderilmişti.
Peki öyleyse, bir takım Müslümanların İslam’da Allah’ın ayetleri yerine peygamber sünneti adını verdiği bu kılık kıyafet, saç sakal, oturma, kalkma, konuşma, yemek yeme, su içme, hangi pozisyonda uyuma, nasıl temizlenme, taharet ihtiyacını giderme, dişlerini fırçalama, hareket etme meseleleri ile, kadınların hangi kalınlıkta sopa ile nasıl dövülmesi, onlara yatakta nasıl yaklaşılması, ne gibi sözler söylenmesi, onların nasıl alınması, satılması, dövülmesi, öldürülmesi, boşanılması (sanki alemlere rahmet olarak gönderilmiş olan Hz.Peygamber çok gaddar, zalim ve şehvet düşkünü birisiymiş gibi) gibi konularda uydurulmuş binlerce hadise ve İslam’da söz konusu dahi olamayacak teferruata göre binlerce mezhebe bölünüp, her birisinin kendi anlayışına göre böbürlendiği (Rum 32) bir şekilde yaşaması da neyin nesidir?
Allah peygamberine önce “OKU!” mu dedi yoksa “Git başına sarık tak, cüppe giyin, saçını sakalını uzat, oturmasını kalkmasını, çatal kaşık kullanmasını, konuşmasını, abdest alıp namaz kılmasını, hangi elinle nereni, ne zaman, nasıl temizleyeceğini öğren, karşıma öyle çık. Diğer insanlar da öncelikle sana “OKU” diye vahyettiğim hikmet dolu kitabımı değil, son moda erkek/kadın saç ve kıyafet kesimlerinin olduğu, ünlülerin nasıl evde oturdukları, cinsel hayatlarında ne gibi şeyler yaptıkları, kaç kadın/erkekle ilişkiye girdikleri vs gibi yozlaşmış açıklamalarda bulundukları Esquire, Cosmopolitan vs gibi magazin dergilerindeki mankenleri ve ünlüleri Allah’a ortak koşarcasına sevip, onlara puta taparcasına tapıp, taklit eden ergen gençler gibi senin nasıl giyindiğini, saçını sakalını nasıl kestirdiğini, gündelik yaşamda nasıl hareket ettiğini takip etsinler. Çünkü ben ve benim katımdaki herkes ahlak kurallarına göre değil, böyle dinden uzaklaştırılmış ve yozlaşmış bir şekilde yaşar. Herkes öyle giyinip, kuşanıp, hareket eder ve birbiriyle bu tip magazin konularında yarışır. Saçımızın ve sakalımızın şekli de budur. Benim katımda herkesin takip etmesini istediğim ahlakım, giyim kuşamım, modam ve doğru yolum budur. O yüzden sizin de uymanızı ve takip etmenizi istediğim doğru yolum, modam ve takva elbisem budur.
Sizi kalplerinizdeki imana, insanlar arasında nasıl hüküm verip, onlara nasıl davrandığınıza, ayetlerime ne kadar uyup uymadığınıza, iyilikte yarışmanıza göre değil, kendileri için yarattığım eşler dururken hemcinsleri ile seks yaptıkları için kendilerini yok ettiğim Lut kavmi gibi insanlarla dolu “Bugün Ne Giysem?” ya da “Yemekteyiz” adlı programlardaki insanlar gibi kılık kıyafetinize, saçınızın sakalınızın şekline, uzunluğuna, sarığınızı nasıl bağladığınıza, nasıl taharet giderdiğinize, hangi elinizle temizlediğinize, dişinizi nasıl fırçaladığınıza, nasıl yemek yaptığınıza, sofrayı nasıl kurduğunuza, misafirlerinizi nasıl ağırladığınıza, çatal, kaşık, bıçağı nasıl kullandığınıza, yemeği nasıl yediğinize, sofrada görgü kurallarına ne kadar uyup uymadığınıza göre test edecek ve değerlendireceğim. Ne giyip giymediğinize göre cennete ya da cehenneme göndereceğim. Bakalım ne kadarınız bana iman edip, benim ve resulümün modasına uyacaksınız, onun gibi giyinip, yemek yiyip, su içecek, taharetinizi gidereceksiniz?” mi dedi?
Hayır! “Oku!” dedi değil mi oku! Neyi oku dedi peki? Kur’an’ı! Yani peygamberin kendisine indirileni ya da vahyedileni. Nedir o indirilen/vahyedilen Kur’an? Az önce bahsettiğim gibi peygamberin saçını, sakalını nasıl kestiğini, ne giyindiğini, hangi eliyle çatal, kaşık kullandığını, nasıl yürüdüğünü, nasıl alışveriş yaptığını, hangi eliyle cebinden kaç kuruş parayı çıkarıp, hangi eliyle üstünü aldığını, insanlarla neyi, nasıl konuştuğunu, dişlerini misvakla nasıl fırçaladığını, tuvaletten ve cinsellikten sonra orasını burasını nasıl temizlediğini, kısacası peygamberin doğumundan ölümüne kadar tüm hayatını anlatan, sadece Hz.Muhammed’e özgü, ona indirilmiş bir otobiyografi kitabı değil o kitap öyle değil mi? Nasıl bir kitap peki?
Allah’ın, “Şüphesiz sen doğru, yüce bir ahlak üzerinesin.” (Kalem 4), “Onu bırakıp başka dostlara uymayın” (Araf 3) dediği bir kitap. Peygamberin ona uyup, ona göre hareket ettiği için doğru ve yüce bir ahlak üzerinde olduğu bir kitap. Yani Allah’ın “Ey Âdemoğulları! Bakın size edep yerlerinizi örteceğiniz giysi ve süsleneceğiniz elbise indirdik. Fakat unutmayın ki en güzel elbise, takvâ elbisesidir. İşte bunlar Allah’ın ayetleridir. Olur ki insanlar düşünür de ders alırlar.” (Araf 26) dediği, insanların okuyup, içerisindekileri anlamalarını, takip etmelerini, içindekilerden sorguya çekeceğini söylediği, ilim, hikmet ve ders dolu ayetlerle dolu bir kitap.
Allah’ın, biz insanların peygamber sünnetini takip ediyoruz, böylelikle İslam olmuş oluyoruz diye fiziki bedenlerimizin üzerine giydiğimiz, İslam’da herhangi bir teferruat bile olmayacak olan gündelik giysi ve kıyafetlerimizin yerine, ruhumuzun ve kalbimizin üzerine giymemizi istediği, onu okuyup, üzerinde düşünüp, dersler çıkaracağımız, onunla amel edeceğimiz, ondan sorguya çekileceğimiz, kendisine takva elbisesi adını verdiği “ahlak elbisesi” olan bir kitap. Peygamberin üzerine giydiği gerçek elbisesi olan bir kitap. Allah’ın onu “OKU” diyerek indirdiği için İslam’ın ve imanın temel beş şartı arasında “Kur’an’ı okumak” olarak yer alması gerekirken her nedense hiç yer almayan bir kitap!!!
Öyleyse demin yukarıda zikrettiğim Araf Suresi 26. ayete göre Hz. Peygamberin üzerine giyineceği en güzel elbise olan takva elbisesi “Kur’an’ı Kerim” olduğuna göre, bizimde gerçekte takip etmemiz ve uymamız gereken en güzel peygamber sünneti ve elbisesi Kur’an’ın ta kendisi değil midir?
Peki Müslümanların büyük bir çoğunluğu neyi takip ediyor ya da üzerine giyiyor? Ben söyleyeyim mi?
Peygamber sünneti diye Kur’an yerine uyulması daha kolay olan, okuyup, üzerinde düşünmeye, dersler almaya ve uymaya gereksinim duymadıkları, kendilerini ahlaken ve manen düzeltmek, kalplerindeki pisliklerden arındırmak ve Allah’a yakışan kullar olmak yerine, eskiden Arapların pazarda uyuz develeri satarken hastalıklarını gizlemek, onları sağlıklı göstermek için üzerini ziftle kaplayıp makyajladıkları develer gibi (bu işlemin adı Deccal’dir, deccal bir şeyi örtmek, yaldızlamak veya boyamak manasına gelen Arapça ‘decl’ kökünden türemiş bir sıfat olup, çok yalancı, aldatıcı, hilekâr demektir) sarık ve cüppe giyip, sakal uzatmak gibi makyajlar yapıp, kendilerini pazarda Müslüman’mış gibi satıyor, kendilerindeki ve kalplerindeki hastalıkları örttüklerini, sakladıklarını, düzelttiklerini, peygamber sünnetini takip ettiklerini ve insanları kandırdıklarını sanıyorlar.
(Tıpkı şimdi tüm kusurlarını en pahalı marka elbiseleri giyip, son model en pahalı arabaları satın alıp, kendisini zengin ve üst sınıf göstermeye çalışan, zengin ya da fakir tüm içi boş insanlar gibi…)
İslam’ı anlamada Kur’an yetmez deyip, peygamberin hadisleri, sözleri, sünneti vs’i diye kendi nefslerine ve hastalıklı kalplerine göre uydurdukları, kendi yarattıkları Kur’an dışı, İslam dışı garip bir dine uyuyor ve inanıyorlar.
Üzerine bir de onlar gibi olmayıp, onların din diye uydukları şeylere uymayıp, “Biz sadece Allah’ın peygamberine “Rabbinizden size indirilene uyun, onu bırakıp başka dostlara uymayın (Araf 3) , “İşte bunlar, Allah’ın ayetleridir ki, onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah’tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise/söze inanıyorlar?!” (Casiye 6) dediği Kur’an’a inanırız. Onun dışında İslam’da hiçbir hadise, sünnete, mürşide, hacıya, hocaya, şıha, şeyhe, yol gösterene, rehbere uymayız. “Biz sadece, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin bulunan ve övülmeğe layık ve güçlü olan Allah’a inanmış olduğumuz (Buruc 8), onun ayetlerini size hatırlattığımız (Yunus 71), Allah’ın doğru yolunu size tebliğ ettiğimiz (Ankebut 18), temiz kalmak isteyen insanlardan olduğumuz (Neml 56), bize gelen bunca ilimden sonra size uymadığımız (Rad 37, Bakara 120,145) için bize kin ve nefret duyuyorsunuz. Bize dost olarak rabbimiz yeter. (Nisa 45)” diyen gerçek Müslümanları, her peygamber geldiğinde, kendisinin getirdiği dini inkâr edip, atalarını üzerinde buldukları din ile hareket edip, o peygamberleri ve onlara inananları öldüren İsrailoğulları’nın bir takım din adamları gibi, tekbirler getirerek onları kâfir ilan edip, öldürüyorlar. Oysaki ne beni, ne ilim sahiplerini ve en önemlisi ne de iki kişiden üçüncüsü olan, nefsinin insana ne fısıldadığını en iyi bilen Allah’ı kandırabiliyorlar. Haydi, bizi kandırdığınızı varsayalım, peki onlar böyle yaparak Allah’ı da mı kandırabileceklerini sanıyorlar? Onlar Allah’ın onların ne yapmakta olduklarını bilmediğini ve görmediğini mi sanıyorlar? Doğrusu gün gelince Allah yapmakta olduklarını onlara haber verecektir. Şahit olarak Allah her şeye yeter.
Eğer hala dediklerimi anlamıyor, bana kızıyor ve söylediklerinize delil olarak bana “Battığı zaman yıldıza and olsun. Ki arkadaşınız ne saptı ne de azdı. O arzusuna göre de konuşmuyor. İndirilmiş bir vahiyden başkası değildir o.” (Necm 1-4) ayetlerini öne sürerek, “Gördün mü bak, Allah: “o arzusuna göre konuşmuyor, konuştukları kendisine indirilmiş bir vahiydir” diyor, demek ki konuştuğu herşey Allah’tan ona indirilmiş bir vahiydir. Sen Allah’ın ayetlerini ve peygamberin hadislerini inkar mı ediyorsun, ayetlerimi sorguluyorsun bre kafir!” diyorsanız, o zaman ben de peygamberin arzusuna göre konuşmamasının ne demek olduğunu anlayabilmek için, önce arzusuna göre konuşmak ne demektir onu bir incelemek istiyorum. İncelemek istiyorum ki hangimiz hatalıyız görelim.
Arzusuna göre konuşmak, insanın herhangi bir konu üzerinde bilgi sahibi olsun ya da olmasın canı neyi, nasıl konuşmak istiyorsa onu dilediği gibi konuşması, anlatması, hatta belki de tıpkı avcıların av maceralarını abartarak anlattıkları gibi, insanların kendisiyle dalga geçip geçmeyecekleri umurunda dahi olmadan konuşması, uydurması, anlatması demek değil midir? Veyahutta kendisine anlatılanları, aktarması istenilen mesaj ve cümleleri dilediği gibi değiştirip aktarması, kimsenin konuştukları ve anlattıkları hakkında kendisine karışmadan, kimsenin ona ne deyip demeyeceğini, konuştuklarının doğru ya da yanlış olup olmadığını umursamadan konuşması demek değil midir? Dediklerinin bir başkası ya da herhangi bir otorite tarafından onaylamadan, düzeltilmeden, karışılmadan, başında bir bekçi olmadan özgürce konuşması, anlatması demek değil midir? Öyledir. İyi ama ayette Allah “o arzusuna göre konuşmuyor.” diyor.
Öyle ise her türlü koşulda insanlara örnek olarak seçilip, gönderilmiş olan bir peygamber, gündelik hayatında arzusuna göre dilediği gibi konuşamıyor, derdini anlatamıyor, hareket edemiyor, insanlarla iletişime geçemiyor, sadece Allah’tan aldığı emirleri, yasakları, ayetleri ve vahiyleri insanlara iletiyorsa, onun bir hoparlörden, telefondan, bilgisayardan, televizyondan, uydu alıcısından, antenden ya da bir robottan ne farkı kalır ki? Hiçbir farkı kalmaz. Sanki o ne konuşup, konuşmayacağı daha önceden programlanmış, kendisine yüklenmiş ve dünyaya gönderilmiş, yemek yemeyen, üşümeyen, ölmeyen bir robot mu?
Sürekli kendisine Allah hakkında sorular sorulup, cevaplar alınan, cevaplar beklenen Google Arama Motoru ya da İPhone’daki yapay zeka Siri gibi bir program mı? Nasa’nın Mars’a gönderdiği, sürekli kendilerine resimler çekip gönderen, güneş enerjisiyle çalışan robotu gibi Allah’ın bizim aramıza gönderdiği bir robotu mu? Değil öyle değil mi? O da benim sizin gibi acıkan, susayan, canı acıyan, yarası kanayan, kalbi atan, nefes alan, aşık olan, seven, ağlayan, doğup, büyüyüp, iş güç sahibi olup, çoluk çocuğa karışıp, torun sahibi olup, yaşlanıp, ölen, hataları ve kusurları olan bir insan sizce de öyle değil mi? Öyle ise adamcağız kendisine indirilen vahiy dışında, hiç mi insanlarla arzusuna göre bir şey konuşamayacak yahu? Eşiyle, çocuğuyla, torunlarıyla, arkadaşlarıyla hiç şakalaşmayacak da mı? Allah onu konuşurken arsuzuna göre konuşamayıp, sıkıntı çekenlerden olsun diye mi peygamber olarak seçip, Kur’an’ı ona indirdi? Hayır! (Taha 2)
Adamcağız insanlara örnek olmak için, yani bizlerde onun gibi olalım, onun gibi hareket edelim, onun uyduğuna uyup, Allah’a yakışan kullar olabilelim diye gönderilmiş. E benim her sözüm, hareketim ayet ya da vahiy değil ve asla da olamayacak. Öyleyse ben nasıl onu örnek alıp, hareket edebilir ve onun gibi bir insan olabilirim ki? Onun gibi hareket edebilmem, onun gibi bir insan olabilmem için, o zaman benimde her sözümün ve hareketimin indirilmiş bir vahiy olması ve benimde arzuma göre hiçbir şey konuşmamam gerekiyor öyle değil mi?. E iyi de, benim de onun gibi konuşmam ve hareket edebilmem için o zaman benim de seçilmiş bir peygamber olmam gerekmiyor mu? Gerekiyor. İyi de kıyametten önce gelecek olan İsa as. olmadığıma göre!…
Haydi farz edelim ki ben kıyametten önce gelmesi beklenen İsa as’ım. Allah’ın bir nebisi ve resulüyüm (elçisiyim) ve geldim. İyi ama Allah Kur’an’da Hz.Muhammed için “Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin(nebilerin) sonuncusudur.” (Ahzab 40) diyor. Son nebinin Hz.Muhammed olduğunu, ona indirmiş olduğu Kur’an ile de dinini kemale erdirmiş ve tamamlamış olduğunu söylediğine göre (Maide 3), demek ki başka bir her sözü ve hareketi vahiy olacak olan bir nebi, ya da kitap gelmeyecek. Öyleyse ben İsa as olsam bile son nebi ben olmadığım için, ben ancak insanlara kendi dilimde Allah’ın ayetlerini onlara tebliğ edip, anlatan, Kitap’ı ve hikmeti öğretip, onları temizlemeye ve arındırmaya çalışacak olan bir resul olabilirim. Böylelikle ben bir nebi değil, resul olduğum için de Ali-İmran 81. Ayete göre benden önceki nebinin getirdiği kitabı tasdik edip, o nebiye yardımcı olmam gerek. Eh başka bir din, kitap, nebi ve vahiy gelmeyeceğine göre, ben de İsa as isem, şu anda bir nebi değil, bir resul olduğum için konuştuğum tüm sözlerde sizin iddia ettiğiniz saçmalıklara göre sadece Allah’tan gelen vahiyler olacak ise, o zaman benim günümüzde Allah korumasında olduğu için bozulmadığına iman ettiğim o vahiy olan Kur’an ayetleri dışında gündelik hayatımda hiçbirşey konuşamamam lazım. Sadece onunla amel edip, insanlar arasında onunla hüküm vermem lazım. E ben ne İsa’yım, ne Musa, ne de demin bahsettiğim gibi sadece Allah’ın ayetlerini insanlara tebliğ eden bir robot.
Haydi farz edelim ki dediğim gibi ben Allah’ın size göndermiş olduğu güvenilir bir kulu, nebisi ve elçisi olan marangoz İsa’yım ve geri döndüm. İyide, ben de aranızda yaşayıp, sizler gibi gündelik hayatta yemek yiyor, dolmuşa biniyor, “Şu parayı şoföre uzatır mısınız?”, ” Abi, Abidinpaşa’ya nasıl gidiliyor?”, “Ekmek arası hamsi, acılı şalgam suyu.”, “Ustacım klozet bozuldu, onu kaça tamir edersin?”, “Doktor bey, karım hamile, çocuğum hasta. Bağırsaklarım bozuldu.”, “Oğlum git bakkaldan tuvalet kağıdı al, tuvalet kağıdı bitmiş.”, “Haydi karıcığım, sevişelim mi? Kokunu özledim.”, “Hanım acıktım. Bir menemen yapta yiyelim.” “Çocukları alıp annenlere ziyarete gidelim.”, “Mezara gidip benimkileri ziyaret edelim.”, “Ustacım, yanlardan biraz alalım, üstler uzun kalsın. Sakallara dokunma.”, “100 liralık 95 oktan benzin”, “Bir pergel, bir silgi bir de çukulata alacağım.”, “Avm’ye gidip, dolaşalım, bir kahve içelim.” vs gibi şeyler diyorum. Eğer iddia edildiği gibi konuştuğum ve yaptığım her şey Allah’tan gelen bir vahiy olacak ise, benim demin yukarıda söylediğim gündelik konuşmaların hiçbirisini konuşmamam, şurdan şuraya gidememem, hiçbirşey yapmamam gerekiyor öyle değil mi? Çünkü bu mantığa göre benim sadece Allah’tan gelen ayetleri ve vahiyleri yani Kur’an-ı Kerim’i insanlara tebliğ etmem, kitabı, hikmeti anlatmam ve onun hakkında konuşmam gerek.
Ama “Yok, sen de bizim gibi bir insan olduğun için bu tür gündelik konuşmaları yapacaksın elbette ki, yoksa derdini nasıl anlatırsın, nasıl aramızda yaşarsın?” diyorsanız, bir nebi ve bir resul olduğum için o zaman tüm bu konuştuklarımın ve yaptıklarımın da Kur’an’ı Kerim ayetleri gibi insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran, Allah’ın hidayetine, doğru yoluna ulaştıran, O’na ortak koşmaktan kurtaran, insanları güzel ahlaklı, Salih mümin kimseler yapmaya yarayan Allah’tan bana indirilen vahiyler ve ayetler olması, insanlar tarafından takip edilen peygamber sünnetleri olması gerekirdi. Bunlar böyle olamayacaklarına göre…!
E o zaman peygamberlerin de yaşadıkları dönemde bunlara benzer binlerce gündelik işleri ve konuşmaları olacağına göre, demek ki onların da söylediği ve yaptığı her şey Allah’tan gelen vahiy değildir. Bunun aksini iddia etmek düpedüz cahilliktir. Peygamberi yücelteceğim ve ona saygı göstereceğim derken, biz Türklerdeki “padişahlar terlemez!” mantığı ile onu düpedüz Allah’a ortak koşmak demektir. Peygamberi Allah’ın ayetlerinden yani Allah’ın kendisinden daha üstün tutmak, ona daha yüce bir makam vermek demektir. Oysaki Allah Kur’an’da peygamberine “Ben de sizin gibi bir insanım.”, “Ben sadece bana vahyolunana uyarım!”, “De ki: Allah’a ortak koştuklarınız arasında, hak yola rehberlik edecek birisi var mı? De ki: Hak yola ancak Allah iletir. Hak yola ileten mi kendisine uyulmaya lâyıktır, yoksa yol gösterilmedikçe kendiliğinden yol bulamayan mı? Öyleyse ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz?”(Yunus 35) diye vahyetmiyor mu?!!
Sünnet denilen şey de olsa olsa, peygamber Kur’an ahlakıyla yani Allah ahlakıyla ahlaklanmış gerçek bir Müslüman ya da insan olduğu için, güzel ahlaklı, nazik, insanları kırmaktan çekinen, dürüst, namuslu, düşünceli, nezih, kibar bir insan olup, ahlaki toplum kurallarına uyan ve kimsenin hakkını yemeyen, insanlara ve doğaya saygı duyan, çöpleri yere atmayan, yere tükürmeyen, çevreyi kirletmeyen, boş yere ve hatta belki de asla ne adam, ne hayvan, ne bitki ne de bir böcek dahi öldürmeyen, yalan söylemeyen, kırmızı ışıkta geçmeyen, önündeki kişinin sırasını kapmayan, kendisini uyanık zannedip, karşısındaki saf ve temiz kişileri enayi yerine koyup dolandırmayan, soymayan, aldatmayan, kazıklamayan, acımasız, gaddar, dini imanı Allah’ı para olmayan, kısacası biz Türkler gibi değil de sanki Avrupa Birliği’nde ya da Abd’de yaşayan kimi hakiki insanların yaşadığı gibi yaşayıp, davranan bir insan olduğu için, peygamber sünneti de böyle yaşamak olurdu. Allah’tan korkarak, hak yemeden, dolandırmadan yaptığı ticaret vs olurdu. Atatürk’ün örnek olarak giyindiği gibi tertemiz giyinmek, insanlarla konuştuğu gibi konuşmak, devlet ve din işlerini idare de onun gibi davranmak olurdu.
İnsanları hakka ve hidayete ulaştıran Allah’ın ayetleri ve vahiyleri değil.
Ama gel gör ki, eğer ben İsa as olsaydım, her cahiliye devrinde kendilerine gönderilmiş elçi gibi gene cahil bir toplulukta yaşıyor olurdum maalesef. Ve elbette ki daha iyi bir toplumda yaşamak isterdim. Eh ama ne yapsın adamcağız, bir kere seçilmiş ve bu cahil topluma gönderilmiş. Elbette ki onu dışlayıp öldürmeye çalışacaklar. Çünkü ahlaken çok yozlaşmış, aşağılık bir kavim oldu bu Türk halkı. Sizin neyinize Avrupa Birliği falan. Herkes layık olduğu ile yönetilir. Vallahi eğer ben bugün peygamber olsaydım, insanların kurallara saygılı yaşadığı, tertemiz kıyafetlerle kiliselerine gidip, dua ettikleri gibi tertemiz insanların ve camilerin olduğu (biz de camiler pis ayak kokusundan geçilmiyor, pis çorabını çıkarıp, ayağını yıkayıp, tekrar aynı 5 günlük çorabını giyip secde yaptığım yere basarak geçip gittikleri, siyasetçilerin siyaset yaptığı, terör örgütlerinin propaganda yapıp, kendilerine adam topladıkları bir yer oldu camiler), adaletli, Allah’tan korkan, dürüst, hak yemeyen, rüşvet yemeyen polislerin, hakimlerin, yargıçların, askerlerin, sağlık personelinin olduğu, kanunların ve kanun adamlarının halkı, yani beni koruduğu, kendimi güvende hissettiğim, arsenikli kumaş boyalarından kırmızı biberin, 4 kilosu 100 liraya satılan naftalinden üretilen balın sağlık bakanlığı tarafından onaylanıp televizyonlarda satışa sunulmadığı, hormondan uzak sağlıklı yiyeceklerin ve içeceklerin üretilip, tüketildiği bir yerde yaşamak isterdim. Türkiye’de değil. Çünkü afedersiniz içine ettiniz güzel ülkemin. Tıpkı “Biz bir ülkeyi/medeniyeti mahvetmek istediğimizde, onun servet ve nimetle şımarmış elebaşlarına emirler yöneltiriz/onları yöneticiler yaparız da onlar, orada bozuk gidişler sergilerler. Böylece o ülke/medeniyet aleyhine hüküm hak olur; biz de onun altını üstüne getiririz.” (İsra 16) ayetindeki gibi bir ülke olduk sayenizde.
Ayrıca şimdi aklıma gelmişken bunu da eklemeden geçemeyeceğim, haydi diyelim ki bütün bunların üzerine ben bir de solak bir peygamberim. Herşeyi sol elimle yapıyorum. O zaman ben sağlakların sağ elle yaptığı her şeyi sol elimle yapıyorum diye (yani yazı yazıyorum, yemek yiyorum, vs. gibi) siz de peygamber sünneti diye sağlak olduğunuz halde benim gibi sol elinizle mi yemek yiyip, yazı yazmaya çalışacaktınız? Fıtratınıza aykırı davranmaya çalışarak, benim gibi hareket edeceğim diye kendi kendinize zorluklar çıkarıp, zulm mu edecektiniz? Sağlak olanları ya da sizin gibi peygamber sünnetine uyuyoruz diye sol eliyle hareket etmeyenleri de peygamber sünnetine uymuyor diye dışlayacak, kafir ilan edecek ya da öldürecek miydiniz? Valla siz yapardınız bunları da adım gibi eminim. Ama siz böylesiniz diye, benim İslam’dan soğuyacak ya da din değiştirecek halim yok. Çünkü ben gerçek İslam’ın ne olduğunu biliyorum. Çünkü ben sizin gibi akıllarını çalıştıramamış atalarımdan duyduklarımla değil, Allah’ın indirdiği Kur’an ile İslam’da hüküm veriyor, amel ediyorum.
Diyelim ki gündelik hayatta bunların hiçbirisini konuşmuyorum, yapmıyorum ve insanlara sadece Allah’tan bana gelen vahiyleri tebliğ ediyorum. Yani arzuma göre konuşmuyor ve bir insan gibi yaşamıyorum. E o zaman insanlar beni tanrı ya da melek ilan edip, şimdi kendi elleriyle yaptıkları gibi gene benim putumu yaparlardı. Beni Allah’a ortak koşarlardı. İyide ben her sözü vahiy olan, insanlarla perdeler arkasından konuşan, ya da elçiler gönderip, onlara dilediğini vahyeden ilah değilim ki. Sadece sizler gibi ölümlü bir insanım. Benim namazım da, niyazım da, ibadetlerim de, ölümüm de, dirilmem de yalnızca alemlerin rabbi olan Allah için. Öyleyse ben nasıl her sözü ayet ya da vahiy olan Allah’ın zatı olabilirim ki?
Kaldı ki haydi diyelim ki iddia ettiğiniz gibi öyleyim, Tanrının oğlu ya da yeryüzüne inmiş haliyim. Ulan öyle olsam bile benden önceki hangi peygambere insanlar iman etmiş ve onu takip edip, getirdiğiyle hareket etmişler ki? Kaç kişi Allah’a ve onlara iman etmiş ki, bana ve benim de kendisiyle amel edeceğim, benden önceki ahir zaman peygamberi olan son nebi Hz.Muhammed’in getirdiği son kitap olan Kur’an’a insanlar iman edip, ona uyacak, ona ve ondan verdiğim hükümlere göre hareket edecek?
Sanki İsrailoğulları her devirde neredeyse kendilerine gelen her yeni peygamberi öldürmedi mi? İnandık deyip daha sonra onları yüz üstü bırakmadı mı? Her zaman kendilerine ayetlerde “öldürmeyeceksin” dendiği halde, ayetlere sırtlarını dönüp, yeryüzünde bozgunculuk ve savaş çıkartan insanlardan olmadılar mı? Hz.İsa’yı çarmıha germeye çalışmadılar mı? Hristriyanlar da Hz.İsa’yı çarmıha gerenler Müslümanlarmış gibi, gidip Müslümanlara düşman olmadı mı? Yahudiler de sanki kendilerine soykırım yapanlar Hristiyan Almanlar değil de, Müslümanlarmış gibi Müslümanlara düşman olup, onlara soykırım yapmadı mı? Her ikisi de Hz.Muhammed’i Deccal ve daha öncekilerin getirdiği mesajları tekrarladığı halde Kur’an’ı Kerim’i de şeytan ayetleri ilan edip, yakmadılar mı? Müslümanlar da Hz.İsa ve Hz.Musa İslam peygamberi oldukları halde onlar sanki başka bir din getirmiş gibi onlara düşman olmadı mı?
Daha da vahimi kendilerine kitapta “Ey insanlar, “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır. (Ali İmran 105), “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Ali İmran 103) dendiği halde her birisinin sünneti, farzı, ibadeti farklı olan tarikatlara, mezheplere, cemaatlere, gruplara ayrılıp, Allah adı altında tekbirler getirerek hem Müslümanları hem de diğer dinlerden olan insanları öldürmüyorlar mı? Cihad adı altında gidip kendi dinlerinden olan, olmayan tüm masum insanları, çoluk, çocuk, yaşlı, genç demeden bombalar patlatarak, ateşler ederek, kafalarını kesip, top yapıp oynayarak öldürmüyorlar mı? Haydi bunları da geçtim, insanların büyük bir çoğunluğu Hristiyanların kendi elleriyle yaptıkları Hz.İsa heykeline taptıkları gibi kendi elleriyle yaptıkları Buda, Krişna, öküz, maymun, fil vs. gibi putlara tapmıyor mu? Kimisi de Tibet ve Hint felsefelerine, kimisi de reenkarnasyona inanıyor. Hal böyle iken kim bana inanacak? Kim benim yardımcım olacak ve Kur’an’a tabi olacak? Söylüyorum hiç kimse… Onlar Kur’an dışı uydurdukları hadislerin, kehanetlerin, yalanların ardına düşecek ve ben hiçbirinin beklediği insan modeline uymadığım, onların inandıklarının tam tersini onlara hatırlattığım ve hepsine kızdığım, azarladığım için beni gene öldürecekler. Bu iş o kadar basit.
Madem ki beni gene öldüreceksiniz, o zaman ben de resule düşen sadece tebliğdir dendiği için, yukarıdaki açıklamalarımı yetersiz bulup, anlamayanlarınız varsa, biraz daha Kur’an’dan ayetlerle hüküm, öğüt ve cevap vermek istiyorum. Vermek istiyorum çünkü hem peygamberin arzusuna göre konuşmayıp, kendisine indirilen o vahyin ne olduğunu, hem de neden peygamberin her dediğinin vahiy olmadığını hep birlikte daha iyi anlamamızı istiyorum.
Az önce de gündelik konuşmalarla örneklerini verdiğim gibi peygamberin gündelik konuşmalarının ve hareketlerinin hepsinin Allah’tan gelen vahiy olamayacağını sizlere anlatmaya çalışmıştım. Ancak dedik ki Allah Necm 4’te “O arzusuna göre de konuşmuyor. İndirilmiş bir vahiyden başkası değildir o.” diyor. Peki o zaman peygamberin her hareket ve konuşması Allah’tan gelen vahiy değilse, bu ayette kastedilen vahiy ne olabilir ki? Cevabı gene kendisinde hiçbir eksiklik ve şüphe bulunmayan, her şey en ince ayrıntısına kadar apaçık bir şekilde anlatılmış, Allah’ın ipi, hidayet rehberi, İslam’daki tek hak kaynak olan Kur’an’ın kendisinde buluyoruz.
“İşte böyle! Biz sana Arapça bir Kuran vahiy ettik ki, ülke ve medeniyetlerin anasını ve çevresindekileri uyarasın.”
“Biz Kitap’ı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlar’a bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.” (Nahl 89)
“Bu Kuran bana vahiy olundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım.”
“Şüphesiz, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hükmetmen için biz sana Kitap’ı hak olarak indirdik. Hainlerin savunucusu olma.” (Nisa 105)
“De ki: “Her kim Cebrail’e düşman ise, bilsin ki o, Allah’ın izni ile Kur’an’ı; önceki kitapları doğrulayıcı, mü’minler için de bir hidayet rehberi ve müjde verici olarak senin kalbine indirmiştir.” (Bakara 97)
“Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. (Ey Muhammed!) Onları ancak fasıklar inkâr eder.” (Bakara 99)
Daha yüzlerce ayet var ama Allah’ın peygamberine indirdiği ve arzusuna göre konuşmadığı o vahyin ne olduğunu anlamaya bu kadarı yeterlidir sanıyorum.
Ayrıca Allah biz kitapta hiçbirşeyi eksik bırakmadık (Enam 38), dininizi kemale erdirdim, size olan nimetimi tamamladım, size din olarak islamı seçtim (Maide 3), biz onu apaçık, anlaşılır (Saffat 117), kolaylaştırılmış (Kamer 17) bir şekilde indirdik diyorsa, peygamberine de “benim onu kendiliğimden değiştirmem (bir şey eklemem/çıkarmam) düşünülecek şey değildir”(Yunus 15), “Ben bana ve size ne yapılacağını bilmem, ben sadece bana vahyolulana uyarım.” (Ahkaf 9) demesi emrediliyorsa, peygamber de kendisine indirilene tabi olup, ona uyuyorsa, (tövbe haşa) Kur’an’da ne gibi bir eksiklik vardır ki (gene tövbe haşa) Allah’ın eksik ve yarım bıraktığı bir şeyi “Allah size Kitap’ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım? Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun, Rabbinden hak olarak indirildiğini biliyorlar. Sakın kuşkuya düşenlerden olma.” (Enam 114), “Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yunus 40) , “Göklerin ve yerin gaybı O’na aittir. O, ne mükemmel görendir! O ne mükemmel işitendir! İnsanların O’ndan başka dostu yoktur. O, hiç kimseyi hükümranlığa ortak kılmaz.” (Kehf 26) dendiği halde peygamber neden kendisini Allah’a ortak koşar gibi İslam’da hüküm koyucu ve açıklayıcı ilan edip, İslam’da ve Kur’an’da eksik olduğu iddia edilen eksikleri tamamlasın?..
Cüneyt Aktan 14.01.2014
13491 Toplam Görüntülenme 2 Günlük Görüntülenme
12 comments on “AYET Mİ HADİS Mİ?”